Necdet Sezer, Kemalizm ve liberal
demokrasi
Nazlı ILICAK
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Esat Coşan'ın
na'şının Süleymaniye'ye defnedilmesini onaylamadı.
Ecevit haklı olarak soruyor: "Niçin
aynı istikametteki 6 kararnameyi onayladı?"
Sezer, sadece Yusuf Bozkurt Özal konusunda
bir emrivaki ile karşılaştığını söylüyor. Özal gömüldükten sonra
kararname önüne gelince, imzalamak zorunda kalmış. Ya diğerleri?
"Herhalde zararın neresinden dönülse
kârdır" diye düşündü Cumhurbaşkanı!
Çelişkiler
Aslında, Süleymaniye'de Nakşibendi
tarikatının büyükleri yatıyor. Esat Coşan da, o silsilenin devamı.
Hafize veyahut Yusuf Özal'a göre, Esat Coşan'ın
Süleymaniye'ye defnedilmesi daha uygun kaçardı. Sezer, "eşitlik"
diyor ama, kendisi de eşitliği bozmuş olmuyor mu? 6 kişiye onay verdi; Esat
Coşan'a ise, -büyük ihtimalle bir tarikatın şeyhi olduğu için- karşı çıkıyor.
Cumhurbaşkanı'nı bir süredir takip
ediyoruz. Hukukun üstünlüğüne saygılı görünüyor. Antidemokratik
yasaların değişmesini istiyor. Eğer Anayasa Mahkemesi üyesi kalsaydı, sanırız
FP'nin kapanmaması istikametinde oyunu kullanacaktı. YÖK'ün bugünkü yapısına
muhalif. Tasarrufu seviyor, gösterişten uzak duruyor. Yolsuzlukların ortaya
çıkması için gayret sarf ediyor.
Bütün bunlar olumlu yönleri. Ama, aynı
kişi unutmayalım, Refah Partisi'nin kapatılması için oy kullandı; laiklik
adına üniversitelerde başörtüsü yasağını savundu.
Laiklik
Necdet Sezer'in laiklik tarifi bizim düşüncemize
uymuyor.
Meselâ ona göre laiklik bir modernleşme
projesi. Oysa çağdaş dünyada, devletin dine ve dindara müdahale etmemesi,
din ve vicdan özgürlüğüne saygılı davranması olarak tanımlanıyor
laiklik.
Necdet Sezer, geçenlerde laiklik üzerine
konuştu ve şunları söyledi:
"Büyük Atatürk, bireyin üzerindeki
dinî baskılardan kurtarılarak özgür olmasını ve yaratıcı gücünü
kullanmasını sağlayacak yapısal düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Yapısal
dönüşümün temelini, laiklik ilkesinin benimsenmesi oluşturmuştur. Dünya
yaşamını din kurallarının etkisinden kurtarıp, bilim ve aklın egemenliğine
bırakan laiklik ilkesi, çağdaş dünyanın vazgeçilmez temellerinden
biridir."
Sezer, laiklik ilkesinin, din ve vicdan hürriyetini
de ihtiva ettiğini sözlerine ekliyordu. Ama konuşmanın geneli dinin kamusal
alandan uzak tutulması gereğini vurguluyordu. Cumhurbaşkanı'na göre,
devletin kuralları kısmen de olsa dine dayanamazdı. Zaten bu yüzden, İslâmî
inançlarını yaşayan genç kızların üniversitelere başları kapalı
girmesine karşıydı. TBMM'nin kabul ettiği düzenlemelerin iptâli
istikametinde oyunu kullanmıştı. Zira, toplum hayatında her türlü İslâmî
referansı laikliğe aykırı buluyordu.
Özgürlükçü tarif
Bir de bizim, çağdaş görüşleri
toparlayarak yaptığımız, laikliğin özgürlükçü tarifi var:
"Laiklik, insanların değil, devletin
bir özelliğidir. Laiklik ilkesi, devletin referansının din olmaması üzerinde
durur; ama kişilerin referansına müdahale etmez. Devlet, dinî esaslara göre
yönetilemez. Din kuralları, devlet yapısı içinde emredici bir nitelik taşıyamaz.
Laiklik, dinî kurallara dayanan zorunlu düzenlemeler yapılmasına engeldir.
Ama özgürlüğü genişleten düzenlemeler, dinî kaynaklı olsa dahi, laiklik
ilkesine ters düşmez. Laiklik, şahısların din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayacak
ve dinin her türlü tezahürünü kamu hayatı dışına çıkaracak bir baskı
unsuru haline de dönüştürülemez.
Laiklik, devletin, dinler ve inançlar karşısında
tarafsız kalması, bir dinin icaplarının, halka baskıyla kabul ettirilmemesi
olduğu kadar, fertlerin din ve vicdan özgürlüğünü de teminat altına alan
bir şemsiyedir.
Şahıslar, eğer bir dine inanıyorlarsa, o
dinin gereklerini özgürce yerine getirebilmelidir. Dinî vecibelerini
uygularken herhangi bir sınırlamayla karşı karşıya kalınması, laikliğin
gereği değil, aksine bu ilkenin ihlâlidir.
Dini, herhangi bir kanaatten ayıran en büyük
hususiyetlerden biri, imanın amele dayanması, muayyen bir hareket tarzı
emreden, bununla haricileşen bir inanç olmasıdır. Dinin, akide ve esaslarını
etrafa yaymak, bunları başkalarına duyurup öğretmek, kısacası, talim ve
tedris, neşir ve telkin faaliyetlerinde bulunmak ve dinin emrettiği şekilde
yaşamak, laiklik ilkesinin teminat altına aldığı din ve vicdan hürriyetinin
temelini oluşturur.
Laiklik demokrasinin önemli ve vazgeçilmez
bir şartıdır. Ama tek başına, hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması
için yeterli değildir. Türkiye Cumhuriyeti laik olmanın yanı sıra
demokratik bir hukuk devletidir."
Erdoğan'ın görüşü
Biz bu düşüncelerimizde yalnız değiliz.
Meselâ Anayasa Prof. Mustafa Erdoğan "Demokrasi, Laiklik ve Resmi İdeoloji"
kitabında, laikliğin çağdaş yaklaşımını şu şekilde dile getiriyor:
"İslâmın, kamu hayatında ve
siyasette görünürlük kazanması, hiç de şaşırtıcı değildir. Bu çerçevede,
Kemalistlerin anlamadığı şey, İslâm'ın sırf inanç ve ibadet sisteminden
ibaret olmadığıdır. İslâm, aynı zamanda kişiler arası ilişkilerin her
yönüne hâkim olan bir kültür ve kurumsal çerçevedir. Cumhuriyetin ilk on
yıllarında, İslâm'ın Türkiye'nin siyasi hayatında görünmemesinin
sebebi, sivil hayatta, kamu hayatında ve siyasette kendisini ifade etmesine
izin verilmemesiydi. İktidar seçkinleri, İslâm'ı ve onun kültürünü Türkiye'de
bir güç olmaktan çıkarmaya çalıştılar. Demokratikleşme,
dindar-muhafazakâr kitlelerin, kendi taleplerini seslendirmeye başlamalarının
ve siyasete katılmalarının yolunu açmıştır. Din, özel-bireysel alanda
tutulabilir olmaktan çıktı, kamusal alanda yansımalar bulmağa başladı.
Bir inanç, bilgi ve eylem referansı olarak İslâm, sadece kamusal alandan değil,
genelde toplumsal hayattan da uzaklaştırılmaya çalışılmış, bu tatbikat,
din özgürlüğünün ve dini ilhamlı sivil oluşumların baskı altında
tutulması sonucu doğmuştur. Cumhuriyetin ilk döneminde, uzunca bir süre,
dini duyarlılığa dayanan sivil örgütlenmeye izin verilmemiştir."
CHP, 1947 tarihli kongresinde, dini sadece
siyasetten değil, toplumsal hayattan da uzaklaştırmaya çalışıyordu.
CHP'nin o tarihteki görüşlerini bugün halâ devam ediyor: "Laiklik,
yalnız din ile siyasetin arasında bir alâka kurulmaması değil, sosyal hayatın
her yönüyle, din arasında münasebet kurulmamasıdır. Binaenaleyh laiklik,
sosyal hayatın her yönünü, müsbet bilimin verilerine uydurmayı tazammum
eder." (1947 CHP Kongresi)
Prof. Nilüfer Göle, modernleşmenin bir
kimlik değişimi olarak mütalâa edilmesine karşı. Göle, Türkiye'deki çağdaşlaşma
modelini şöyle anlatıyor: "Türkiye'deki modernleşme, kültürel yapının,
hayat tarzının, kimliğin batılılaşmasını öngören bir siyasi iradenin,
toplumu tepeden zorlamasını içerir. Kemalist reformlar, halkın giyim biçimine,
davranışlarına, gündelik yaşantısına nüfuz etmeğe çalışmıştır.
Modernleşmeyi, 'muasır medeniyet seviyesine ulaşmanı'nın bir aracı olarak
gören Türk seçkinleri, bunu ancak, toplumu yerel - İslâmî kültürün
boyunduruğundan kurtarmak suretiyle yapabileceklerini düşünmüşlerdi."
Statükoyu aşmalıyız
Neden bir türlü anlaşamıyoruz? Niçin
birimiz, "Esat Coşan Süleymaniye'ye gömülebilir" diye düşünürken,
diğerimiz böyle bir kararın laiklik ilkesini zedeleyeceği kanaatini taşıyor?
Sebebi ortada.
Kimimiz, bireysel özgürlükleri savunuyor
ve laikliğin bir toplum mühendisliği olmadığına inanıyoruz.
Kimi ise, devleti bireye üstün tutuyor. İnsanları,
vicdanları ve inançları önceden tesbit ettikleri şablona oturtmağa çalışıyor.
Necdet Sezer, iki arada bir derede. Ne katıksız
bir Kemalist, ne de tam bir liberal.
Statükoyu ve peşin hükümleri aşıp,
zihinleri bir çırpıda özgürleştirmek kolay değil.
Cumhurbaşkanı, Esat Coşan'ın Süleymaniye'ye
defnine karşı çıkabilirdi. Ama aynı istikametteki 6 kararnameyi onayladıktan
sonra, sadece eşitlik adına muhalif kaldığını söyleyince, inandırıcı
olmuyor.
Süleymaniye'nin bir tarikat mezarlığına
dönüşmesine mi karşı? Bunu açıkça beyan etsin.
O zaman oturur, tarikatları tartışırız.
Ve laik devletin bu gönüllü oluşumlara müdahaleye hakkı olup olmadığını
konuşuruz.
Günümüzde halâ, Atatürk'ün sözlerine
referans yaparak mı yolumuzu tayin edeceğiz?
Mevlana'nın dediği gibi: "Dün dünle
birlikte gitti cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lâzım."
nilicak@yenisafak.com
10 ŞUBAT 2001
Önceki
Sayfa
http://mercek.tripod.com |