Fâil-i
meçhuller Türkiye son günlerde yeni bir dönemece
girdi. Apo'nun yakalanması, Kışlalı cinayeti ve Hizbullah olarak
isimlendiren mahiyeti tam olarak bilinmeyen bir teşkilâtın cinayetleri bu dönemecin
göstergelerinden. Tarih boyunca öldürülen
kişilerin, siyasi menfaatler için malzeme olarak kullanılmak istenmesi ve
zaman zaman da başarılı olunması, toplumun bütün tabakalarını tedirgin
etmektedir. Ölen kişinin yakınları
katillerin ve azm ettiricilerin cezalandırılarak, yüreklerinin bir nebze
ferahlanmasını isterken, bazıları da siyasi çıkarlar elde etme peşindedir.
İşin içine siyaset girince, zaman zaman pazarlıklar ve hedef saptırmalar başlar.
Bazılarına göre, istismar ortamı hâlâ
müsait ve prim yapıyorsa suçluların yakalanmaması, yakalanmasından
daha iyidir. Kan ve göz yaşı bir süre malzeme olarak kullanıldıktan sonra,
ilgili yada ilgisizi ayak takımından birkaç kişi yakalanarak cezalandırılır
ve hadise kapatılır. İşin korkunç tarafı iyi prim yapan hadiseler her zaman tekrarlanır.
Oyun tutarsa tekrarlanır. Ülkemizdeki kirli işleri, tahrikleri ve provokasyonları yapan
komitelerin yüz yıldan fazla bir tecrübe ve birikimi vardır. Bu
hususlarda iyice ustalaşmışlardır. Fakat bütün bunlara rağmen son
cinayetler ile istediklerini elde edememişlerdir. Artık halk da hatırı sayılır
bir tecrübeye sahiptir. Senaryolar
ve provokasyonlar bildik hale gelmiştir. Bizim tarihimiz pek çok siyasi cinayete şahit olmuştur. Osmanlı'nın
son dönemlerindeki komitacılık hastalığı zamanımızda da devam eden pek
çok siyasi cinayetin ilham kaynağı olmuştur. Makedonyalı, Bulgar ve Ermeni
komitacılarla mücadele eden Osmanlı subayları özellikle İttihatçılar,
onların sır saklamalarına, sadakatlarına, ırkçılık şeklindeki milliyetçiliklerine
ve ser verip sır vermeyen fedailere hayran olmuşlardır. Kendi aralarında da benzeri örgütlenmelere girmişlerdir. Askerlerin,
bazı mason teşkilâtları ve Avrupalılar tarafından kışkırtılarak
siyasete sokulmalarıyla, Osmanlı'da siyaset yeni bir dönemece girmiştir.
Hadiseler artık silahla çözülmeye çalışılmış ve komitacılık usulleri
hızla uygulamaya konulmuştur. Artık Osmanlı'nın son dönemi fâil-i meçhuller ve hemen arkasından
siyasi istismarlar ve siyasi operasyonlar ile çalkalanmaya başlamıştır. Bir taraf silah ile sonuç alınca; muhalifi de, silahın tek çare olduğuna
ikna olmuştur. Fakat zaman gösterdi ki silah, silahı; kan da kanı davet ediyor ve
hadiseleri daha da karmaşık hale getiriyor. Balkanlarda komitacılığın ve siyasi cinayetlerin revaç bulmasında
tarihin derinliklerine uzanan bazı inançlardan tutun da başkalarını
yutmakla beslenen ırkçılığa kadar pek çok faktörün izi vardır. Öldürdükçe ömürlerinin uzayacağına inanılan Vampir ve drakula
efsanelerinin kaynağı bu bölgedir. II. Murad'ı suikast ile şehit eden ve bu
günkü katliamcı Sırp liderin isim babası
Miloş Sırpların milli kahramanıdır. Birinci dünya savaşı yine bir
Sırp komitacısının kurşunu ile başlamıştır. Yine Balkan komitacılığını ve çetelerin temelinde mason teşkilatlarının
ve yapılanmalarının önemli bir etkisi vardır. Bilindiği gibi masonlar bu
hususta en tecrübeli teşkilattır.
Binlerce yıllık tecrübeye sahiptir. Masonların faaliyetleri bilindiği
gibi ilk defa Hz. Süleyman'ı devirmek için
cinlerle beraber gizli bir teşkilat kuran duvarcı ustalarına kadar
dayanır. Osmanlı'nın son yıllarındaki komitacıların merkezi
Selanik ve Manastır idi. Masonların gizliliği, teşkilatçılığı,
parası ve tecrübesi, Balkan ve Makedon çeteciliğinin acımasızlığı, gözüpekliği
ve fedailiği Selanik ve Manastırda bir araya geldi. Avrupa'nın desteği zaten
her zaman arkalarında idi. Zaman zaman Selanik ve Manastır mücadelesi oldu.
Komitacılar birbirlerine karşı da silah kullandılar. Provokasyon yaptılar.
Fakat Selanik genellikle ağır
bastı. Bediüzzaman hazretlerinin Emirdağ lahikasında belirttiği gibi Selanik
komitesi hâlâ devam ediyor. Dine
ve memlekete karşı en acımasız komplo ve tahribatı yapan komite bu
komitedir. Pek çok fitne ve fesatın arkasındaki gizli eldir. Bunlar devlete hakim midir? Asla. Ama, Bediüzzaman hazretlerinin dediği
gibi, çeşitli hadiselerle ve bahanelerle hükümeti ve devlet görevlilerini
kandırarak İslâm'ın aleyhine kullanmaya çalışır. Komünist ve Rus komiteleri de ağırlıklarını ve etkilerini devam
ettiren komitelerdendir. Selanik ve
Ermeni komiteleriyle her zaman işbirliği yapmıştır.
Faaliyetlerinin bittiği sanıldığı günümüzde, petrol ve doğal gaz
gibi büyük bir menfaat söz konusu olunca, diğer komitelerle işbirliği
yaparak Kafkasları ve Türkiye'yi karıştırmıştır. Komünist komitelerin faaliyetleri dünyadaki teröre metot, ilk hız ve
teşvik olarak katkıları yönünden oldukça
önemlidir. Ayrı bir araştırma konusu olduğundan burada üzerinde fazla
durmayacağız. Ancak şu kadar deriz ki: Komünist ve sosyalist terör 20. asırdaki tüm terör faaliyetlerine örnek
ve teşvik edici olmuştur. Kur’an'da geçen, Yec'üc ve me'cücün ahir
zamandaki bir cüzü olarak bütün dünyayı kasıp kavurmuştur. Cazib meslek
hayatlarını terk ederek kır gerillasına katılmak için dağa çıkan Che
Guevara gibi Orta ve Güney Amerikalı devrimci liderlerin faaliyetleri,
metodları ve gerilla taktikleri sağcısıyla, solcusuyla her kesim ve her türlü
ideolojik grup için baş ucu kitabı olmuştur. Bu gerilla taktikleri Türkiye'ye Orta Doğu kanalıyla girmiştir.
Bilindiği gibi, Deniz Gezmiş gibi solcu militanlar ilk eğitimlerini
Filistinli Sosyalist teşkilatların kamplarında almıştır. İsrail'in hemen
burnunun dibindeki bu kamplar sağcısıyla
solcusuyla, ırkçısıyla fanatiğiyle her türlü gruba eğitim vermiştir. Bu kamplar da terör örgütlerinin başka bir kesişme noktası. Bu devrimci komünist liderler terörü silahlı propaganda olarak
isimlendirmişler ve koca cinayetleri basit bir propaganda faaliyeti olarak geçiştirmişlerdir.
Silahlı insanların yanında silahsız insanlar da katledilmiştir. Birine
yatay propaganda diğerine de dikey yada derinlemesine propaganda denilmiş ve
korkunç bir cinayetler serisinin kapısı açılmıştır. Hangisinin ölümü
daha çok ses getiriyorsa o tercih edilmiştir. Masum çoluk-çocuğu, hatta yanındaki en yakın komitacıyı öldürerek
karşı örgütü suçlayarak bundan kazanımlar elde eden ve halkı tahrik eden
komitacının taktiği bu tarz propagandaya
dayanır. Suikastlar genellikle şahısların çok önemli görüldüğü ve sürekli
olarak tek adam fikirlerinin ve kurtarıcıların enjekte edildiği toplumlarda
olur. Bazı şahısların ortadan kaldırılmasıyla problemlerin kolayca
çözüleceği zannedilir. Fakat bu asırda şahısların önemi kalmamıştır.
Onun için batıda suikastlar dönemi bitmiştir. Yine suikastların en önemli
sebeplerinden birisi de antidemokratik uygulamalardır. Demokrasiden ümitlerin
kesildiği, sivil siyasetçilerin devamlı kötülendiği ortamlarda
toplum artık suikastlere, provokasyonlara ve tahriklere hazırdır
demektir. Suikastçiler ve arkasındakiler maalesef emellerine ulaşabilirler ve
istediklerini kısmen elde edebilirler. Batı
suikastlere de çözüm olarak yine demokrasiyi görmüş ve ihtilaller dönemini
kapamıştır. Toplumlarda yükselen değerler zaman zaman değişir. Şimdilerde
demokrasi, insan hayatı ve insan hakları “in” yani yükselen değerlerden.
Diktatörlükler, cinayetler ve suikastler “out”, yani düşüşte ve nefret
edilenlerden. Ama bir zamanlar böyle değildi. Kan ve kin rağbette idi. İnsanlığın
artık eski asırlara göre daha medeni olması, İslâmiyetin ve diğer semavi
dinlerin insan hayatına verdiği önemin kavranmasıyla bu anlayışlar değişti. Meşhur Ermeni komitacısı Antranik, Avrupa'da düzenlenen ve pek çok
batılı ülkenin temsilcilerinin katıldığı bir konferansta, yer yüzünde
kendisi kadar elleriyle Türk öldüren insan olmadığını söylediğinde alkış
alıyordu. Şimdiki liderler ise, puan
toplamak için, yer yüzünde en çok katliama maruz kalan milletin Ermeniler
olduğunu ilan ediyor. Hayali katliamlar ve hayali katiller üretiyorlar. Bizde de durumlar aynı şekilde değişti. Eskiden tam zıddı ile
iftihar edenler, şimdi en çok şehit veren gazete olmakla iftihar ediyorlar. Toplumda hiç bir zaman rağbet görmemesine rağmen bazıları ısrarla,
son yıllardaki cinayetleri İslâmiyet’e yıkmaya çalışılmaktadır.
Halbuki, Bediüzzaman hazretlerinin de ifade ettiği gibi İslâm, dahilde şiddet
kullanmayı yasaklamıştır. Aslında yer yüzünde Müslümanlar kadar, şiddetten, terörden ve
suikastlerden zarar görmüş başka bir millet
veya ümmet yoktur. İslâm'a karşı çaresiz kalanlar her zaman bazı insanları
kandırarak İslâma zarar vermek istemişlerdir. Peygamberimize, Yahudilerin ve müşriklerin yaptığı pek çok
suikast teşebbüsü başarısız kalmıştır. İslâm'da cinayetle sonuçlanan
ilk suikast bilindiği gibi Hz. Ömer'e yapılmıştır. Arkasından Hz. Osman
ve Hz. Ali ile devam etmiştir. Fitne bunlardan sonuç alamadığını, aksine
İslâm'ın daha da parladığını görünce metod değiştirmiştir. Terör neredeyse beş yüz senelik bir uykuya çekilmiştir. Suikastler ve terör Selçuklular zamanında tekrar ortaya çıktı.
Hasan Sabbah'ın fedaileri, Selçuklu devlet adamlarına suikastler düzenlediler.
Pek çok değerli devlet adamı şehit oldu. Bilindiği gibi bunlara afyon
çektikleri için haşhaş kelimesinden türetilen
haşhaşiyon denilmiştir. Batı dillerindeki suikastçı manasındaki
“assasin” buradan gelmektedir. Suikastler ve terör on dokuzuncu asra kadar uzun bir uykuya çekildi. Bu
asra kadar Avrupa da bu kavramlara yabancıdır. Yukarda anlatıldığı gibi komitacılık ve terör on dokuzuncu asrın
sonlarına doğru Osmanlı'ya musallat olmuştur. En büyük zararı da
Osmanlı görmüştür. Devlet kademelerine
özellikle orduya siyasetin, çete ve komitacılığın sokulmasıyla dünyaya hükmeden
koca imparatorluk kısa zamanda parça parça olmuştur. Dış destekli olan çok
az bir kısmı hariç, çeteler, çeteciler, komiteler ve komitacılar da devlet
gemisiyle beraber batıp gitmişlerdir.
Burada Osmanlı'yı ayakta tutan diğer dinamikler mevzumuzun dışındadır. Pek çok cinayete ve hadiseye fâil-i meçhul diyoruz. Olayların bir kısmının
filleri bulunmuş fakat azm ettiricileri ve perde arkasındakiler bulunamamıştır.
Maşalar bulunmuş. Fakat ellerini yakmamak için maşa kullananlar bir türlü
bulunamamıştır. Bazen olaylar çözüldü zannedildiğinde daha da karmaşık
hale geldiği görülmüştür. Örgütler ve komiteler hücre faaliyeti şeklinde
çalıştığı için diğer hücreleri tanımazlar. Bu da devlet gibi güçlü
teşkilatların örgüt içine sızmasına ve yönlendirmelerine sebep olmaktadır.
Bunların örneklerini ilerde göreceğiz. Fâil-i meçhullerde unutulmaması gereken bir husus da bazı teşkilatlar ve devletler kendilerini güçlü göstermek için kasten bazı şüpheleri
üzerinde toplayacak davranışlarda bulunabilmektedir. Fakat bu uğursuz güç
gösterisi son yıllarda terk
edilmektedir. Yine burada unutulmaması gereken bir husus da bu hadiselerdeki kaderin
rolüdür. Cinayetler ve kirli hadiseler araştırıldıkça altından bazı
komitelerin çıkması toplumun bazı kesimlerini ümitsizliğe sevk etmekte ve
bunların çok güçlü olduğunu ve mağlup edilemeyeceğini, benzeri
hadiselerin devam edeceğini düşünürler.
Halbuki burada kaderin hissesini unutmamak gerekir.
İnsanlar tuzak kururlar, oyunlar tezgahlar. Fakat son noktayı yine
kader koyar. Tuzaklar gelir bir yerde iflas eder. Hileler ayağa dolaşır.
Kendi dostlarını malzeme olarak kullandıklarıyla kalırlar.
Kur’an-ı Kerim'in tabiriyle “Allah'ın tuzağı daha büyüktür.” Önemli olan bunların arkasındaki eli görerek bunlara bulaşmamak ve
tahriklere kapılamamaktır. Bu hadiselerin çözümü için, daha açık, daha
şeffaf ve daha demokrat bir Türkiye için el ele vermektir. Son bir asra damgasını vuran ve diğer İslâm ülkelerinde de benzeri
uygulamaların görüldüğü komitacılığı tanımada ve mücadelede Bediüzzaman
hazretlerini enteresan bir noktada görüyoruz. Selanik'e giderek, hürriyet nutkunu irad etmiş, Selanik'teki komitacıların,
hürriyeti suiistimal ve hürriyetçileri kandırmasına engel olmak için mücadele
etmiştir. Bediüzzaman hazretleri Bulgar ve Makedonya çetelerine karşı Doğuda
milis alayı teşkil ederek milis
albayı olarak Balkan savaşına katılmış ve onlarla savaşmıştır. Birinci dünya savaşında, Kafkas cephesinde, Ermeni Taşnak fedailerine
karşı mücadele ederek onları mağlup etmiştir. Halkımızın bu komitacıların tuzaklarına düşmemesinde, komitacıları
çok iyi tanıyan Bediüzzaman
hazretlerinin ikazlarının ve müspet hareket metodunun rolü büyüktür. Türkiye'de fâil-i meçhulleri ortaya çıkarmak için yapılan en ciddi
çalışma meclis tarafından kurulan bir komisyonun çalışmalarıdır. Sadık
Avundukoğlu ve Fikri Sağlar gibi milletvekillerinin görev aldığı bu
komisyon büyük bir gayretle çalışmalara başladı. Fakat pek çok merciden
bilgi alamadılar. Nedeni hala bilinmiyor ama bazı askeri yetkililer komisyonun
davetlerine icabet etmediler ve yardımcı olmadılar. İstanbul ve Diyarbakır DGM fâil-i meçhul dosyalarını
komisyona verdikleri halde, Türkiye'nin başkenti ve Uğur Mumcu gibi yazarların
katledildiği bir şehirdeki terör hadiselerine bakan Ankara DGM komisyonun
taleplerini reddetti ve yardımcı olmadı. Sol kanattan olmanın verdiği avantajla Fikri Sağlar olayların üzerine
daha büyük bir cesaretle gittiyse de yine de esas ilgililerden
cevap alamadı. Komisyona neredeyse, DYP ve SHP'den başka kimse yardımcı olmadı ve
ifade vermedi. Hatta bu sebepten dolayı da bu iki partinin komisyon üyeleri ile partilerinin arası bozuldu. Osmanlı'daki fâil-i meçhuller
Biz bu çalışmamızda, sadece failleri
bilinmeyen cinayetleri değil, failleri belirsiz bazı
olayları da fâil-i meçhul olarak ele alacağız. Osmanlı'daki en önemli
fâil-i meçhul hadise 31 Mart hadisesidir. 31 Mart hadisesini iyi tahlil etmek
ve iyi anlamak gerekir. Günümüzdeki pek çok hadisede o olayların izini,
istismarını veya korkusunu görmek mümkündür. Bilindiği gibi Osmanlı'nın son zamanlarında artık çağın değişmesiyle
topluma biçilen gömlek dar gelmeye başlamış ve ıslahat ve hürriyet
hareketleri başlamıştır. Müspet
ve menfi pek çok kişi bu hareketlere katılmıştır. Kimisi devleti hasta
adam olmaktan kurtarmak amacındadır. Kimisi
de yabancı güçlere alet olarak bilerek yada bilmeyerek bu hürriyet
isteklerini istismar etmek istemiştir. Halktan bazıları da, bunlara tepki olarak İslâm'ın hürriyet ve
serbestiyet gibi prensiplerini dikkate almayıp bu hareketlere toptan karşı çıkmışlardır.
Bu tip tepkici yada reaksiyoner insanlar
tarih boyunca provokasyonlar ve tertipler için kolay bir alet ve malzeme haline
gelmişlerdir. En sonunda 1876'da meşrutiyet ilan edildi. İlk yazılı anayasa olan
Kanun-u Esasi ilan edildi. Her ne kadar anayasa ilan edilse de, bu dönemler
Midhat paşa gibi ihtilalci paşaların hakim olduğu devirdir. Osmanlı'nın
çöküşü hızlanmıştır. Daha sonra II. Abdülhamid'in idarede ağırlığını hissettirmesi ve
zecri tedbirler uygulamasıyla çöküş bir nebze yavaşlamıştır. Sultan II. Abdülhamid'e karşı içte ve dışta muhalefet şiddetlenmeye
başladı. Özellikle bağımsızlıklarını kazanmak isteyen, Ermeni ve Balkan
komitacıları ve Filistin'de devlet kurmak ve İslâm'dan intikam almak isteyen
Siyonist komiteler Abdülhamid'in
şahsında Osmanlı'yı hedef seçmişlerdi. Böylece
ilk suikast teşebbüsü Sultan Abdülhamid'e
yapıldı. Uzman bir terörist olan
Belçikalı Joris, 21 Temmuz 1905 yılında İstanbul'a getirildi. Önce Abdülhamid'e
suikast düzenleyecekler ardından da başka sabotaj ve suikastlerle ortalığı
karıştırıp ihtilallere ve yabancı devletlerin müdahalesine zemin hazırlayacaklardı.
Terörist günlerce padişahı ve mekanlarını izledi. Cuma günü Cuma selamlığında
geçirdiği süreyi hesapladı. Daha sonra özel olarak yaptırdıkları arabaya
yüz kiloluk bir bombayı yerleştirdiler.
Terörist, Abdülhamid'in cumadan sonra arabasına gidiş yoluna bomba yüklü
arabayı park etti. Saati çalıştırarak arabayı terk etti. O zamanlar bomba
teknolojisi bu günkü kadar gelişmediği için sadece zaman ayarlı idi. Cuma
selamlığından çıkışta padişah biraz gecikti. Abdülhamid Han
merdivenlerden inerken bomba korkunç bir sesle
patladı. Patlama çok
korkunç oldu. 26 kişi hayatını
kaybetti. Bir o kadar insan da yaralandı ve sakat kaldı. Sultan Abdülhamid büyük
bir cesaret ve metanetle yanındaki idarecilere gerekli emirleri vererek halkı
teskin etti ve karışıklığa meydan vermedi. Terörist
daha sonra yakalandı. Fakat arkasındakiler ortaya çıkarılamadı ve kısmen
fâil-i meçhul kaldı. Teşebbüsün başarısız kalması halkı sevindirirken
teröristin arkasındakileri fazlasıyla üzdü. İslam karşıtı meşhur şair
Tevfik Fikret üzüntüsünü şiire döktü: Ey
şanlı avcı, damını bihude kurmadın, Attın,
fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın! Abdülhamid han daha sonra teröristi
affederek istihbarat teşkilatına aldı ve Avrupa'da önemli hizmetler gördürdü. 31 Mart ve fâil-i meçhuller
31 Mart hadisesi miladi olarak 14 Nisan 1909'a tekabül eder.
Bilindiği gibi 23 Temmuz 1908'de ikinci meşrutiyet ilan edildi. Daha sonra yapılan
seçimlerde İttihat ve Terakki fırkası ile
Ahrar fırkası yarıştı. İttihatçılar silah zoruyla seçimi aldılar. İttihatçılar iktidarda idi, fakat yönetime tam hakim olamamışlardı.
Yetkileri iyice sınırlandırılmasına rağmen
Abdülhamid'den hâlâ çekiniyorlardı. Halk muhalifleri destekliyordu.
Bir yandan İngiliz ve Alman rekabeti devam ediyordu. İngilizlerin istekleri
bir türlü bitmiyordu. İşte
böyle bir ortamda günümüze kadar devam eden fâil-i meçhuller başladı.
31 Mart hazırlıkları başladı. İttihatçıların muhalifleri tek tek
sokak ortasında öldürülmeye başladı. Serbesti
gazetesi yazarı Hasan Fehmi, 5 Nisan 1909'da Galata köprüsünde kurşunlanarak
öldürüldü. Cinayetler bir yandan muhalifleri susturmak bir yandan da tahrik
ve provokasyon amacı için kullanılıyordu. Halk ve üniversite öğrencileri
büyük bir gösteri düzenledi. Sadrazam Huseyin Hilmi Pasa öğrencilerin sözcüsü
olan meşhur Burhan Felek'i kabul ederek, “Hasan Beyin kanının yerde
kalmayacağını, katilin ibret için Sultanahmet Meydanında asılacağını”
açıklayarak göstericileri sakinleştirdi. Rumi
31 Mart 1325, miladi 14 Nisan 1909 tarihinde tertipin
ikinci perdesi ortaya kondu. Çavuşların komuta ettiği bir kısım
askerler subaylarını hapsedip, “şeriat isteriz” diye ayaklandılar.
Hamallar ve bir kısım cahil insanlar da bunlara katıldılar. Ortalık birden
karıştı. Zaten fâil-i meçhuller ile ortalık iyice kızıştırılmıştı.
Bediüzzaman
Said Nursi gibi İslâm alimleri, tertibi fark ettikleri için, ortalığı
sakinleştirmeye çalıştılar. Bediüzzaman hazretleri isyan eden hamalları
ve sekiz taburu bir nutuk ile
itaate getirdi. Fakat
tahrikler ve hadiseler devam ediyordu. Hadiselerin iyice olgunlaştığı görülünce
İttihatçılar ve onları yönlendiren gizli komiteler, Mahmut Şevket Paşa
komutasındaki hareket ordusunu
Selanik'ten getirterek Sultan Abdülhamid'i tahttan indirip idareye tamamen el koydular. İttihatçılar
bu hadiseden sonra iktidarlarını iyice sağlamlaştırdılar. Provokasyonlar
iyi sonuç vermişti. Pek çok muhalif, özellikle demokrasi isteyen Ahrarlar, meşhur Bekir Ağa bölüğü
denilen İstanbul üniversitesi altındaki zindanlarda korkunç işkencelere
maruz kaldı. İdam
sehpaları kurularak muhalifler yok edildi veya sindirildi. Pek çok masum idam
edildi. Ortalığı sakinleştirmeye çalışan Bediüzzaman hazretleri gibi
alimler bile sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmaktan kurtulamadılar. Fakat
Bediüzzaman Said Nursî şiddetli ve sert bir müdaafa sonucunda beraat etti. Aradan
yıllar geçti. Kader İttihatçıları da Bekir Ağa bölüğü
zindanlarına soktu. Birinci dünya savaşından sonra İngilizler, kendilerine
muhalif olan ve zararlı kabul ettikleri İttihatçıları toplayıp Malta adasına
sürdüler. Ama ilk durak Bekir Ağa bölüğü oldu. Ahmet Samim'in öldürülmesi
Ahmet Samim genç
ve oldukça kabiliyetli bir gazeteciydi. Çeşitli gazetelerde yazı yazdı. En
son Sada-yı Millet gazetesinde baş yazardı. Ahmet Samim Cumhuriyet döneminde
Demokratlar olarak devam eden Ahrar fırkasını destekliyordu. Yazılarıyla hükümeti
sarsıyordu. Demokrasiyi savunuyor, İşkenceleri ve yolsuzlukları devlet belgeleriyle açıklıyordu İttihatçılar
onu susturmak için önce İstanbul dışında bir mutasarrıflık görevi
teklif ettiler. Fakat Ahmet Samim reddetti. Tehditler almaya başladı. Bazı
komitacılar bizzat gelip kendisini tehdit etti. Son tehdit “vasiyetini yaz
“ idi. Ahmet Samim kadere inanan inançlı birisiydi. Hiç korkmadı.
Vasiyetini yazdı ve gazetede yazmaya devam etti. 9 Haziran 1910 tarihinde
vuruldu. Faili meçhul olarak kaldı. Ama arkasındakilerin kimliği hakkında
hiç kimsenin tereddüdü yoktu. Devlet
cenaze töreninden korktu. Çok
sevilen bir gazeteciydi. Neredeyse tüm İstanbul cenaze töreni için hazırlanıyordu.
Devlet cenazeyi zorla alıp, törensiz bir şekilde defnetti. Katilin
meşhur fedai Yakup Cemil olduğu tahmin ediliyor.
Burada Yakup Cemil'in üzerinde kısaca durmak gerekiyor. Neredeyse tetikçilerin
piri denilebilir. Pek çok tetikçi gibi bunun da macerası ve sonu aynı oldu.
Kullanıldı ve çöpe atıldı. Kendisine de bir şeyler istemesi sonunu hızlandırdı. Yakup
Cemil subay olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Bulgar çetecilerini takipte başarılı oldu. Koyu bir İttihatçı idi
ve Enver Paşa'nın fedailerindendi. Pek çok olayda tetikçi
olarak görev aldı. Acımasız birisiydi. Bab-ı Ali baskınında,
Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı vurdu. Halbuki Paşa mukavemet bile etmemişti.
O
da pek çok tetikçi veya fedai gibi, artık kendisi için de bir şeyler
istemenin zamanının geldiğini düşündü. Öyle ya pek çok kişi iktidarını
ona borçlu idi. Çeşitli arayışlara girdi. Bunun üzerine gözden düşmeye
başladı. Halbuki bilmiyordu ki, o da sadece tabanca gibi bir alet idi. Eskidiği
zaman yenisini almak zor değildi. En sonunda Talat Paşa-Enver Paşa mücadelesinde
harcanarak kurşuna dizildi. Su
testisi su yolunda kırıldı. Nazım Paşa'nın öldürülmesi
Komiteler
arası iktidar mücadelesi devam ediyordu. Enver
Paşa ve arkadaşları meşhur Bab-ı Ali baskınını yaptılar. Yukarda
anlatıldığı gibi, Yakup Cemil, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Nazım Paşa'yı
şehit etti. Enver, Talat ve Cemal paşalar artık tek söz sahibi idi.
Bahriye
Nazırı ve 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa hatıralarında anlatıyor:
Cemal
Paşa asrın başlarında böyle diyordu. Asrın
sonlarında da torunu, hızlı devrimci Hasan Cemal de “Kimse kızmasın,
kendimi yazdım” adlı eserinde neredeyse
aynı şeyleri söylüyor. Birisi Osmanlı'nın devrimcisi, diğeri Cumhuriyetin
ve Cumhuriyet gazetesinin devrimcisi. O da arkadaşları ile hep kurtarıcı
olmak istedi. Onların kuşağının ömrü de baskınlarla geçti. Ama hep
birilerinin oyununa geldiler. Demokrasinin yok edilmesinde araç olarak kullanıldılar.
Darbelerin tetikleyicileri olarak kullanıldılar. Darbe ortamını hazırladılar.
Daha sonra kimisi, başka bir olayda kullanılmak için kenara alındı, kimisi
de darağacına gönderildi. Hasan Cemal, İpekçi, Mumcu ve Kışlalı'nın
cenazeleri arkasında yürürken yanındaki yerli yada yabancılara ne söyledi
bilmiyoruz Ama vakıa o ki, “Batı cephesinde yeni bir şey yok.”
|