|
Said SELİM
Depremler ve büyük
felaketler-2
Depremlerin tarihi
Önceki yıllarda Roma’yı idare eden Büyük imparator Sezar, bazı
yasaklamalar getirerek kadın ve erkeklerin hamamlarını ayırmıştı. Ayrıca
ahlaka uygun bir kıyafet belirlemişti. Sezar’dan sonra o yasak unutuldu ve işret
merkezleri haline geldi.
O yıllar Roma’nın, Orta doğu, Avrupa ve Afrika’nın tek
hakimi olduğu bütün yolların, hazinelerin ve haraçların Roma’ya çıktığı
zamanlar.
Roma, bütün dünyadan toplanan kölelerle ve hazinelerle imar ediliyordu.
Arenalardaki eğlenceler son hızıyla devam ediyordu. Fakat bu felaketten
önceki yıllarda Roma’nın içi karışmaya başladı. Neron koca ülkeyi
asilleriyle keyfine göre yönetmeye başladı ve senatoyu ikinci plana itti. İlk
Hıristiyanlara karşı büyük bir terör başlatmıştı. Roma’yı yeniden
modern bir şehir olarak inşa etmek maksadıyla yakmış, suçu da Hıristiyanlara
atmıştı. Suçladığı bir çok kişiyi arenalarda aslanlara atarak cezalandırmıştı.
Fakat yangın planladığından da büyük olunca kontrol altına alamamış ve
Roma için büyük bir felakete dönüşmüştü. Bu yangın Roma’nın tarihte
yediği en büyük vurgunlardan birisidir. Roma Bu tarihi hadiselerden dolayı
bu dönem ve felaketler, Hıristiyanlık kayıtlarında detaylı olarak anlatılır.
Neron’u, senede bir-kaç imparatorun değiştiği imparatorlar takib etti. Yaşantı
fazla değişmedi.
Tarih, MS 62 yılında Pompei’de korkunç bir deprem olduğunu kaydediyor.
Depremden sonra şehir hızla imar edildi ve hayat eskisi gibi devam etti.
Depremden ders alınmamış olacak ki hayat eski hamam eski tas yine aynı
tarzda ve aynı hızda devam etti.
79 yılında ise ikinci ve son felaket geldi. Öğle vaktinden hemen
sonra volkan hareketlendi ve dumanlar çıkmaya başladı. Aynı zamanda
volkanik depremler de meydana geldi ve halkın kaçmasını zorlaştırdı.
Genelde volkanların ilk belirtileri günlerce devam eder ve bu da halkın kaçmasına
fırsat verir. Fakat tarihi kayıtlar, Vezüv volkanın çok hızlı geliştiğini
ve halkın kaçmaya fırsat bulamadığını yazıyor. Çok kısa bir sürede
dumanlardan ve zehirli gazlardan müteşekkil kara bulutlar gökyüzünü kapladı.
Güneş tamamen görünmez oldu. Üç gün boyunca kül, kızgın
kaya parçaları ve lav gibi volkanik ürünler püskürdü ve şehre yağmur
gibi yağdı. Kızgın küller, şehri ortalama 6 ila 12 metre kalınlığında
bir battaniye gibi örttü. Tahminen 20 000 civarında insan öldü.
Pompei, Roma’nın yazlık şehri olduğu için, volkan Roma’yı derinden
yaraladı. Halkı ve yakınlarını kurtarmak için giden Roma donanması,
zehirli gazlardan şehre yanaşamadı. Her şeyi göze alarak şehre yaklaşan
amiral ve bazı askerlerin zehirlenmesiyle donama geri dönmek zorunda kaldı.
Bu hususta romanlara ve filmlere konu olan bir çok hatıra ve mektup vardır.
Tokyo depremi
1923 Tokyo depremi tarihin en büyük felaketlerinden birisidir. Oluş şekli
ve zamanı açısından ve coğrafi durumu ve yerleşim olarak da İzmit’e
benzemesiyle dikkate değerdir.
1 eylül sabahı, aşırı sıcak bir fırtına ile başladı. Felaket ise
öğlene doğru geldi. Deprem Yokohama ve Tokyo’yu tam 11.58.44’de
vurdu. Depremin merkez üssü Tokyo’nun hemen güneyindeki Tokyo körfeziydi.
Tokyo bilindiği gibi bir ticari ve endüstri şehri ve idari başkent. Yokohama
ise, Tokyo’nun hemen yanındaki güzel bir tatil beldesi. Her iki şehirde yüz
binlerce ev yıkıldı.100 000 civarında insan öldü. İlaveten 40 000 civarında
insan da kayıp olarak resmi kayıtlara geçti.
Depremin şiddeti Richter ölçeğine göre 8,3 olarak kaydedildi. Bazı kayıtlara
göre ise 7,9 şiddetinde id. Deprem gerçekten oldukça büyük idi. Fakat can
kaybının bu kadar fazla olmasının sebebi depremle birlikte yüzlerce
noktada başlayan yangınlardır. İnsanların yarıdan fazlası yanarak
öldü.
Japon yetkililerine göre yangının bu kadar fazla olmasının sebebi yemek
paydosuna yaklaşık 1 dakika kala depremin olmasıydı. Yetkililere göre, en
az 100 bin kişi zamanın kurbanı olmuştu. O an öğle yemeği için tüm
mutfaklarda ocakların yandığı bir an. Kader kaleminin, noktasını
koyarak hükmünü icra ettiği, saniye şaşmayan dakik bir zamanlaması.
Yokohama’da deprem ile beraber 88 ayrı noktada yangının başladığı
kayıtlara geçmiş. Tokyo’daki yangın noktası ise o kadar çok ki tespit
edilememiş.
Deprem ile beraber körfezdeki donanmaya ait cephanelikler patlamaya başladı.
Yine pek çok kimyasal madde üreten fabrikanın ve petrol tesislerinin de yangını
büyüttüğü kayıtlara geçmiş.
Su şebekelerinin darmadağın olması şehir içi yolların enkazlarla
kapanması, çok iyi eğitimli olan Japon itfaiye teşkilatının elini kolunu
bağladı.
Yangınlar ve enkaz halkın tüm kaçış yollarını kapatmıştı. Sahile
kaçanların önünü ise balıkçı barınakları ve restoranlardaki, denizdeki
kimyasal maddelerin yanmasıyla meydana gelen yangınlar kesti.
Bir Japon yazara göre, “Halk kapana kısılmış bir canlı gibi çırpınıyordu.”
Depremden hemen sonra artçı şoklar devam etti.
Deprem uzmanı Profesör A. Imamura’nın kayıtları ilk ve orijinal olması
bakımından kısaca buraya alıyoruz. Deprem anında masasında çalışıyordu.
Hemen kayd etmeye başladı. Deprem ilk önce hafif bir titremeyle başladı.
Saniyeleri saymaya başladı ve titremenin fazlalaştığını fark etti. Dördüncü
saniyede şiddetinin gerçekten büyük olduğunu fark etti. 7. ve 8. saniyede
bina şiddetli bir şekilde sarsılmaya başladı. 20. saniyede sarsıntı en yüksek
seviyesine çıktı...
Depremden önce Tokyo ve Yokohoma halkının durumları oldukça iyiydi.
Japonya Birinci Dünya savaşına katılmadığı için geniş maddi imkanlara
sahip idi. Savaş bittikten sonra İngilizler ve Amerikalıların yanında
savaşa katılmış ve Alman sömürgelerine el koymuştu. Fakat siyasi ve
sosyal durum oldukça karışık idi. Sık sık hükümetler değişiyor.
Liberaller, faşistler ve gelenekçiler sırayla iktidarlara gelip gidiyorlardı.
Faşistler iktidara geldiğinde, Batı ile iyi geçindikleri ve güçlü bir
donanmaya sahip oldukları için, komşu ülkelerde işgallere başlıyordu.
Depremde Japon donanması ve sanayisi büyük yara aldı.
Alaska depremi
Alaska depremi de kayda geçen tarihin en büyük ölçekli depremi olarak
bilinmektedir. 1965 yılında meydana gelen depremin Richter ölçeğine göre büyüklüğü
9,2’dir. Yalnız insanların az yaşadığı bir bölge olması, merkez üssünün
limana olan mesafesinin 120 km olması ve o bölgedeki kasabalarda bayram dolayısıyla
okulların tatil ve halkın sokakta olmasıyla can kaybı çok az olmuştur.
Sarsıntıdan meydana gelen can kaybı 15’dir. 125 kişi ise depremin meydana
getirdiği tsunami denilen dev deprem dalgalarıyla ölmüştür. Bir çok bina,
okul ve devlet dairesi haritadan silinmiştir.
Bazı bölgelerin 100 ila 150 metre yatay olarak kaydığı ölçümlerle
tesbit edilmiştir. Yine kilometrelerce genişliğindeki bazı bölgelerin çöktüğü
bazı bölgelerin ise 13-15 metre civarında yükseldiği kayıtlara geçmiştir.
Tsunami Hawaii gibi çok uzak bölgeleri etkilemiştir. ABD’nin batı
sahillerinde 15 kişinin ölümüne sebep olmuştur. Bu Tsunami dalgalarının
denizin bazı bölgelerde 67 metreye çıktığı ölçülmüştür.
Kobe depremi
Kobe depremi 1995 yılı 17 ocakta meydana geldi. 6 500 kişi öldü
ve on binlerce kişi yaralandı. 250 000 civarında ev yıkıldı. Orta büyüklükte
bir deprem olarak biliniyor. Richter ölçeğine göre büyüklüğü 6,9 bazı
ölçümlere göre de 7,2 olarak kayda geçti. Bu büyüklükte bir depremin, Dünyanın en meşhur deprem uzmanlarına ve çalışmalarına
sahip Japonya gibi bir ülkede bu kadar büyük tahribat yapması tüm dünyanın
dikkatlerini çekmiştir. Japonya, yaklaşık yüz yıllık ciddi bir çalışmaya
sahip ve binalarını asrın başından itibaren depreme dayanıklı olarak inşa
eden bir ülke olarak da biliniyor. Bundan dolayı pek çok uzman deprem hakkında
bazı bilinmeyenler olduğu kanaatına vardı. Yine bundan dolayı da, depremin
kaçınılması imkansız bir afet olduğu şüpheleri ve korkuları yer tuttu.
Türkiye’deki depremler
Küçük kıyamet
Kayda geçen İstanbul'daki en büyük depremdir. 1509 yılında olmuştur.
14 eylül Cuma akşamı büyük bir sarsıntı ile korku ve dehşetle İstanbul
halkı sokağa fırladı. Osmanlı tarihçileri depreme büyüklüğünden ve
verdiği hasar ve yıkımdan dolayı kıyamet-i suğra demişlerdir. Bu büyük
depremde yaklaşık olarak 5 000 kişi hayatını kaybetmiş 15 000 kişi kadar
da yaralanmıştır. 1500 civarında ev yıkılmış ve bir çok ev de hasar görmüştür.
Ayrıca Topkapı sarayı ve İstanbul surları da önemli ölçüde hasarlanmıştır.
Depremin artçı şokları 40-45 gün kadar devam etti. Padişah II. Bayezıt
sarayın bahçesine çadır kurdurarak bir süre orada kaldı. Depremin devam
etmesi üzerine devlet erkanı ile Edirne'ye gitti. Fakat bu defa da
Edirne'de deprem oldu. Bunun üzerine padişah o zamana kadar icraatlarına
pek karışmadığı vezirlerini ve devlet erkanını huzuruna topladı. “Bu
zelzele zulüm ve fesadınızdan ve mazlumların ahının sebep olduğu
bir gazab-ı ilahidir." diyerek, hepsini azarladı ve hesap sordu.
Padişah yönetimde bazı tedbirler almaya çalıştı. Halkın durumunun hiç
de saray erkanını belirttiği gibi olmadığını gördü. Ayrıca maddi
tedbirler de aldı. Deprem sonrası bir ferman yayınlayarak olağan üstü
durum ilan etti. 14 ile 60 yaş arası bütün erkeklerin inşaatlarda çalışması
emredildi. Devlet, evi yıkılan her aileye 20 altın yardımda
bulundu. Depremden sonraki 6 ay içerisinde büyük bir süratle on binlerce işçi
ve ustanın geceli gündüzlü çalışmasıyla 2 000 ev yapılarak
depremzedelere dağıtıldı. 6 ay gibi kısa bir sürede yaralar sarılarak
kimse aç açıkta kalmadı.
Ayrıca ilerisi için de tedbirler alındı. İlk defa inşaatlarla ve yapılanmayla
ilgili bir ferman yayınlandı. Padişah bu fermanında dolgu zeminler üzerine
inşaat yapmayı yasakladı. Ahşap esaslı binalar teşvik edildi. Taş
kargir binalarla ilgili yeni esaslar getirildi.
O zamanın siyasi ve sosyal durumuna kısaca bir göz atacak olursak. Savaşların
az olduğu ve halkın refahının iyi olduğu bir devir. Fakat bu refahın
dağılımın iyi olmadığı da bilinen bir gerçek idi. Devletin başında
halim selim ve dindar bir zat olan II. Bayezıt vardı. Bilindiği gibi veli
padişah denilecek kadar dindar bir padişah idi. Fakat devlet işlerinin
önemli bir kısmını vezirlere ve komutanlara bırakmıştı. Onlara
karışmazdı.
O dönem, günümüze kadar devam eden ve çözülemeyen bazı önemli
problemlerin kaynağı olarak kabul edilir. Yeniçerinin ilk defa hareketlenerek
siyasete karışması o dönemlerde başlamıştır. Şah İsmail, ilk
defa aleviliği siyasi emellerine alet ederek, II. Bayezıt'ın yukarda
bahsedilen zaaflarından da faydalanarak, Osmanlı devlet yönetimini ve
Anadolu’yu karıştırmıştır.
İstanbul'daki ikinci büyük deprem 1556 yılında meydana gelmiştir. Bu
deprem Kanuni Sultan Süleyman'ın ihtiyarlayarak devlet yönetimindeki araçları
elinden kaçırdığı son yıllarına rastlıyor. O yıllar Hürrem
Sultan'ın kontrolü iyice ele aldığı ve değerli vezirleri bir çok
entrikalarla idam ettirdiği dönemlerdir.
Tarihçilere göre deprem güneşin hemen batmasından sonra halka korku ve
dehşet veren güçlü bir rüzgarla başlıyor. Yine bu depremde de çok
büyük kayıplar meydana gelmiştir.
1557 yılında İstanbul tekrar kuvvetli bir deprem geçirmiştir.1659
yılında da büyük bir deprem evlerin tamamının yıkılmasına sebep olmuştur.
Bu son üç deprem hakkında elimizde fazla bilgi yok. 1659'daki deprem
IV. Mehmet'in(Avcı Mehmet) çocukluk dönemine rastlar. Anadolu’da başlayan
önemli isyanların ve karışıklıkların olduğu dönemlerdir.
Cumhuriyet dönemi depremleri
Bu dönemde Türkiye’nin tam anlamıyla depremler ülkesi olduğu görülüyor.
Neredeyse dünyanın en çok deprem olan ülkesi Türkiye olmuş.
76 Yılda Richter ölçeğine göre büyüklüğü 5,5'in üzerinde olan
76 adet deprem kayıtlara geçmiş. Her yıla bir deprem düşüyor.
1925 yılındaki Dinar depremi Cumhuriyetin ilk depremlerinden. Fazla bir
bilgi yok. Can kaybı 3 gibi çok az bir rakam. Ama hasar çok büyük. 2 000
civarında ev yıkılmış. Muhtemelen 1995'teki gibi öncü depremden sonra
halk evleri boşaltmış.
1939 yılında, Erzincan'da 5,9 ölçeğinde bir deprem oluyor. Yaklaşık
40 kişi hayatını kaybediyor. Tam 37 gün sonra ise 2. bir deprem
geliyor. Bu deprem Cumhuriyet döneminin en büyük depremlerinden. Gece yarısı
korkunç bir gürültü ile gelen bu depremde 33 000 kişi can verdi. Richter ölçeğine
göre şiddeti 7,9. O zamanki gazetelerde İnönü'nün Erzincan'ı ziyareti sırasında
aylardır kaldırılamayan bir enkazın önünde ağlayan bir vatandaş ile
verdiği poz var. Zaten devletin vereceği başka hiç bir şey de yok.
İlim adamlarına göre 1939 depremi neredeyse bir dönüm noktası. Bu
tarihten itibaren, ilim adamlarının tabiiyle, fay hattı Batı'ya göçüyor.
Kuzey Anadolu hattının batı yakası yer altında hareketlenmeye başlıyor.
Sanki sonraki tarihlerde Marmara'ya akın akın gelecek olan yüz binler için
hazırlık yapıyor.
1944 şubatında Kastamonu, Ankara, Bolu ve İzmit'i içine alan bir deprem
oluyor. Şiddeti 7,2. Çok geniş bir sahada meydana geliyor ve 4
000 kişi hayatını kaybediyor. 20 000 ev yıkılıyor. Artçı depremler
belirli bir süre devam ediyor.
1976 yılındaki Van-Muradiye depremi de en büyük depremlerden birisidir.
Deprem Richter ölçeğine göre 7,5 şiddetinde oldu. 4 000 civarında insan öldü.
1992'deki Erzincan depremi yine büyük bir deprem. Depremzedelere kira yardımı
yapılıyor. Hükümet ve vali başarılı bir organizasyonda bulunuyor. Fakat
yine de yeterli görülmüyor. Ecevit bu günleri görmüş olacak ki, Erzincan
depremi için “Devlet adına utandım.” diyor.
1995 Dinar depremi en iyi incelenen depremlerden birisi. Önce 4,6 şiddetinde
bir öncü şok başlıyor. Tabi ki, öncü şok olduğunu kimse bilmiyor.
İlim adamlarına göre ana şok olduğu söyleniyor. Bundan sonra artçı şoklar
olacak ve daha küçük olacak deniliyor. Fakat halk inanmadı ve yaklaşık bir hafta evlerine girmedi. Öncü depremi yaşayan
yaşlı insanlar kesinlikle depremin şiddetinin büyük ve çok şiddetli
olduğunu söylemişlerdi. Yerin altından da çok büyük bir gürültü geldiğini
söylüyorlardı. O zaman, farkı o insanların çok korkmalarına verilmişti.
Fakat bugün kandilli rasathanesinin Marmara depremini yanlış ölçmesinden
dolayı, o insanların haklı olabileceğini düşünüyorum.
Dinar'da halk rasathane görevlilerinin ve yetkililerin tüm ısrarlarına
rağmen evlerine girmedi. Daha sonra valinin megafonla yaptığı ilandan
sonra az sayıda insan evlerine girdi. Ana şok, akşam karanlığıyla
beraber geldi. Dinar yerle bir oldu. Evlerine girenlerden çok azı
kurtulabildi. Resmi kayıtlara göre 100, tahminen ise 300 civarında kişi
hayatını kaybetti.
Devlet yardım elini uzattı. Demirel 1 yıl içerisinde evleri yeniden yapıp
teslim edileceği sözünü verdi. Kimse inanmadı. Fakat Cumhuriyet tarihinde
bir ilk oldu. İnşaallah son olmaz. 2000 ev ve çok sayıda iş
yerinin anahtarları sahiplerine zamanında teslim edildi. Devletin II. Bayezıt'tan beri depremzedelere yaptığı en ciddi hizmetlerden birisi
olarak kayda geçti.
1998 Adana-Ceyhan depremi de önemli depremlerden. Devlet hala yaraları
sarabilmiş değil.
1999 Marmara depremi için söylenecek fazla bir şey yok. Basın ve yayın
araçları sayesinde en iyi takib edilen bir deprem oldu. Depremden önce her türlü
eğlence ve sefahati ülkenin en ücra noktalarına taşıyan medya, acıları
ve üzüntüleri de her yere taşıyarak ortak etti. Türkiye'nin tamamı hatta
tüm dünya depremden etilendi. Bu kadar geniş bir sahada olması diğer ülkeleri
de etkiledi. Bazı ülkeler kendilerine de sirayet edecek bir fay
hareketlenmesi olabilir diye korktular. Atina’yı da sarsması korkuyu artırdı.
Kandilli rasathanesine göre depremin merkez üssü Gölcük. 45 saniye
devam etti. Başlangıçtan 10 saniye sonra ise merkez üssü Sapanca yakınlarında
başlayan ikinci bir deprem ile beraber meydana geldiği yapılan açıklamalar
arasında. İkisinin çakıştığı noktalarda korkunç büyüklüklere ulaşan
bir deprem fırtınası oluştu.
İlerde anlatacağımız ve hadis-i şerifte haber verilen Basra depremi ile
de enteresan benzerlikleri olan bir deprem.
Bu depremde daha önceden karşılaşılmayan bazı hadiseler meydana geldi. Sahilden
yüzlerce metre içeriye kadar bazı bölgeler denize battı.
Deniz sahildeki, bazı apartmanları ve yüzlerce yıllık dev çınar ağaçlarını
tamamen yuttu.
Resmi kaynaklara göre 20 bin, yabancı kaynaklara göre ise 45 bin kişi
hayatını kaybetti. Binlerce kişinin de cesedi bulunamadı.
Pek çok kişinin şahit olduğu, deprem sırasında açığa çıkan alev parlamaları görüldü. Bazı bölgelere meteor taşlarının düştüğü
söyleniyor. Rasathane görevlileri bunu doğruladılar ve 10 ile 20 Ağustos
arasında her yıl görülen meteor yağmuru diyerek açıkladılar.
1923 Tokyo depremi ile de enteresan benzerlikleri olan bir deprem. Tokyo depremi incelendiğinde
yüz binlerce kişinin korkunç bir şekilde
yanacağı büyük bir yangın tehlikesinin de atlatıldığı anlaşılıyor.
Cenab-ı Hak ehl-i imanın duaları hürmetine Kocaeli’ni ve civarını büyük
bir yangın musibetinden korudu.
Yine bu deprem Pompei ve Tokyo depremleri gibi, yazlık, kışlık, turizm,
ticaret, sanayi, sivil ve askeri tüm tesisleri ve bölgeleri birden vurdu.
Dünya, Türkiye'deki siyasi, sosyal, askeri ve sivil yapılaşmanın
zayıf olduğu kanaatına vardı. Tüm dünyada turizm tesisleri,
organizasyonlar ve yatırımlar bakımından, etkisi önümüzdeki yıllarda
da devam edecek olan, büyük bir itibar kaybına uğradı.
Bütün bu olumsuzlukların yanında müsbet hususlar da ortaya çıktı. Tüm
dünya halkımızın ne kadar yardımsever, fedakar ve musibetlere
karşı sabırlı olduğunu gördü. Halkımız bir çok sivil kuruluşlarıyla,
musibet anında hiç bir ayırım yapmaksızın birbirinin yardımına koşmasıyla
kendisini kamplara ayırmaya çalışanlara kardeş olduklarını gösterdi.
Dini kaynaklarda depremler ve büyük felaketler
Bütün dini kaynaklarda ve semavi kitaplarda, deprem gibi musibetler kesin
olarak ilahi bir ikaz olarak bildirilir. İnsanların musibetlerle ikaz ve
imtihan edildiğini özellikle vurgularlar. Peygamberler ve onların varisleri
olan alimler insanları musibetlere karşı ikaz etmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim, “Öyle bir musibetten sakınınız ki o sadece zalimlere
mahsus kalmaz” diyerek musibetin boyutunu belirtir ve musibeti davet edecek
fiillerden istisnasız herkesin sakınmasını ve üzerine düşen vazifeyi
yapmasını emreder.
İslâm bir tevhid dini olması ve Kur’an-ı kerim'in en önemli dört
maksadından birisi tevhid olması hasebiyle, kainatta zerre kadar şirke yer bırakmaz.
Her şey Cenab-ı Hakkın izni dairesinde olur. Onun için deprem de alemlerin
Rabbi olan Kadir-i zülcelalin yer yüzündeki muazzam bir tasarrufudur.
Zilzal suresinde belirtildiği gibi,Yer küresi de, Cenab-ı Hakkın
emirlerini anlar ve insanların fiillerinden etkilenir. Kur’an-ı Kerim bir çok
ayette yer ve gökte canlı cansız bütün varlıkların Allah’ı
tesbih ettiğini belirtir. Beşerin zulmünden öyle hiddete gelir ki, bazen,
Kur’an’daki tabirle, “parçalanmak derecesine gelir.” Yukarda da
bahsedildiği gibi, yer küresinin içi küçük cehennemdir.
Kur’an-ı kerim'de pek çok yerde depremden bahsedilir. Bilindiği gibi
deprem ve zelzele manasında Zilzal adında müstakil bir sure de vardır.
Kur’an-ı kerim'de depremler bir nevi kıyametin habercisi ve numunesi
olarak anlatılır ve insanın ders alması istenir. Ayrıca kıyametten şüphe
edenlere de bir delil olarak gösterilir.
Bir çok ayette, Ad ve Semud gibi isyankar kavimlere gelen
felaketlerin ekserisinin büyük bir sarsıntı ile başladığı belirtilir.
Cenab-ı Hak ayrıca bir çok ayette de insanların sarsıntılardan emin
olarak rahatça yaşayabilmeleri için, dağları yarattığını belirtmiştir.
Nahl ve Lokman surelerini örnek olarak verebiliriz.
“Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız
için de ırmakları ve yolları yarattı.” Nahl-15
“O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi
sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı.
Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift
bitirdik.” Lokman-10
Benzer olarak başka ayetler de vardır.
Peygamberimiz bir çok hadis-i şeriflerinde, deprem gibi büyük
musibetlerin manevi sebeplerine dikkat çeker. İslam ahlakına muhalif
davranışların, zulmün ve emanetin ehline verilmemesinin gazab-ı ilahiyi
celb ettiğini ifade eder. Bu hadisler pek çok hadis kitaplarında geçtiği için
burada bahsetmeyeceğiz.
Ayrıca peygamberimiz her hadiseye tevhid açsından, yani Cenab-ı Hakkın
kainattaki mutlak hakimiyeti ve icraatı açısından bakar ve her
hadiseden ders çıkarır. Hiç bir şeyi tabiata ve tesadüfe vermez. “Ayağımıza
bir taş dahi değse, bunu Allah’tan bilmemiz gerektiğini” ifade eder.
Hz. Enes'ten rivayet edilen ve Ebü Dâvud-Melahim'de geçen bir hadis
enteresandır. Bu hadise göre;
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bana: "Ey Enes, dedi, insanlar yurtlar ediniyor. Bu yurtlardan
biri Basra ve Busayra diye isimlendirilmektedir. Eğer sen oraya uğrar veya ona
girersen, oranın çorak arazisinden, gemilerin yanaştığı limanından,
çarşısından, ümerasının kapılarından sakınasın! Sana oranın güneşe
açık yerlerini (dağları) tavsiye ederim. Zira orada hasf (yere batma), kazf(meteor
düşmesi) ve zelzele olacak..."
Burada hem maddi ve manevi sebeplerin ve tedbirlerin beraber zikredilmesi
dikkat çekicidir.
Basra, peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ömer tarafından kurulan ve hızla
gelişerek zamanın en büyük ticaret merkezi ve uzak doğuyu orta doğu ve Batı'ya
bağlayan liman şehri olmuştur. Bediüzzaman hazretleri Mektubat'ta Bağdat ve
Basra'nın kuruluşunu haber vermesi peygamberimizin mucizelerinden olarak sayılmaktadır.
Basra depremi hakkında fazla bir bilgi edinemedik. Yalnız Hz. Enes'in,
Basra'ya yerleştiğini ve 93 yaşında orada vefat ettiğini biliyoruz.
Peygamberimizin emirlerine aynen uymuş olacak ki, uzun bir ömür sürmüş.
Ayrıca ümera kapısından da uzak duruşu Hz. Enes'in önemli özellilerinden
birisidir. Devlet adamlarına karşı yanlışlarını ve hatalarını
korkusuzca söylemesiyle meşhurdur.
Burada bir husus daha dikkati çekiyor. Hz. Enes, Basra'da bu musibetlerin
olacağını bildiği halde korkmamış ve maddi ve manevi tedbirini alarak o şehre
yerleşmiştir.
Risale-i Nur'da depremler
14. Söz'de müstakil bir bahis vardır. Günümüz insanının sorduğu bütün
sorulara ikna edici cevaplar vardır.
Risale-i Nur, Kur’an-ı kerim'in bu zamandaki hakiki bir tefsiri olarak,
tevhidin üzerinde önemle durur. Zerrelerden, yıldızlara kadar bütün varlıkların
hareketleriyle Cenab-ı Hakkı zikrettiklerini ve O'nun emri dairesinde hareket
ettiklerini izah ve isbat eder. Değil deprem gibi binlerce insanı ilgilendiren
yerkabuğu hareketlerinin, bir zerrenin dahi hareketinin tesadüfi olamayacağını
isbat ederek onların bir ikaz-ı ilahi olduğunu açıklar.
Ayrıca yukarda bahsi geçen dağların yaratılma gayeleriyle ilgili
ayetleri tefsir ederken, dağların ve volkanların mühim vazifelerine belirtir
ve yer küresini alt üst edecek büyük sarsıntılardan koruyarak hayatın
devamını sağladıklarını izah eder. Kevni hadiselerin Cenab-ı Hakkın
isimlerinin bir tecellisi olduğunu anlatarak tefekkür edilmesi gerektiğini
belirtir.
Günümüz insanının hal ve hareketleriyle bir çok bela ve
musibetleri davet ettiğini belirtir ve semavi afetlerin sel gibi gelmekte olduğunu
açıklar. Sadakanın belayı def ettiğini hatırlatarak, Risale-i Nur
hizmetinin, semavi afetlerin define bir vesile olduğunu ifade eder. Pek çok
mektubunda Risale-i Nur'a ilişildiğinde gelen zelzele ve musibetleri hatırlatır.
Bediüzzaman hazretleri kainattaki her şeye tevhid nazarıyla bakar ve
kendisi gibi diğer insanların da dersler çıkarmasını ister. Her
hadiseye, kainatın yaratılış gayesine matuf hizmet-i imaniye ve
Kur’aniye açısından bakar ve her hadiseyi Cenab-ı Hakkın bir mucizesi
olarak görür.
Risale-i Nur, her türlü musibetlere maruz kalan ve kalacak olan günümüzün
çaresiz ve zavallı insanına bir tesellidir. Musibetlerde vefat eden, on
binlerce genç-ihtiyar, fakir-zengin, çoluk-çocuk, asker-sivil mü'mini,
tabiatın, yerkabuğunun ve tesadüfün gadrine uğramış
zavallı bir mahluk olmaktan çıkararak, onlara manevi şehadet rütbelerini
kazandıkları müjdesini verir.
Felsefenin verdiği vesvese ve şüphelerden hasıl olan, deprem korkusuyla
yaşayan o çaresiz insanlara, her şeyin Cenab-ı Hakkın elinde olduğunu
hatırlatarak huzur kazanmasını sağlar.
Yine Risale-i Nur'un en önemli özelliklerinden birisi de, bu ikazlarını,
hiç bir dünyevi makam ve siyaset hesabına yapmayıp sadece Allah rızası ve
ahiret hesabına yapar.
Önceki
Sayfa
http://mercek.tripod.com
|
|