|
Said SELİM
Depremler ve büyük
felaketler
Deprem ve yer küresi
İzmit, Gölcük, Yalova, Değirmendere
ve Adapazarı’nı alt üst ederek ülkemizi derinden yaralayan ve büyük
bir felaket halini alan Marmara depremi tarihte karşılaştığımız en büyük
felaketlerden birisidir.
Depremde vefat edenlere
Allah'tan rahmet, kalanlara sabır dileyerek, bu musibeti anlamaya ve ondan
gerekli dersleri çıkarmaya çalışacağız. Bilindiği gibi, Cenab-ı Hak,
pek çok hikmete binaen, kevni hadiseleri sebepler perdesinde yaratmaktadır. Bu
çalışmamızda sebepler perdesini anlamaya ve aralamaya gayret edeceğiz. Ayrıca
Cenab-ı Hakkın bu muazzam icraatındaki tecellileri görmeye, eserlerindeki ve
fiillerindeki incelikleri anlamaya çalışacağız. Hastalık nasıl ki en sıradan
insanların dahi pek çok tıbbi tabirleri öğrenmesine ve sanat-ı ilahi ve
mektubat-ı ilahi olan vücudunu tanımasına vesile oluyorsa biz de yer küresini
ve ondaki Cenab-ı Hakkın muazzam icraatını anlamaya çalışacağız.
Deprem nedir? Deprem yerkabuğunun
bazı parçalarının şiddetli bir şekilde sarsılması ve titremesi olarak
biliniyor. Baştan belirtmekte fayda var. Depremin oluş şekli ve
sebepleri hakkındaki pek çok açıklama Batı'da teori olarak kabul
edilmektedir.
Önce nasıl bir yerkabuğunun
üzerinde yaşıyoruz sorusunu cevaplamak gerekir. Bilindiği gibi yer küresi
bir teoriye göre güneşten yada başka bir yıldızdan kopmuş ve dış yüzeyi
soğuyarak kabuk yada toprak haline gelmiş bir gezegen. Yer küresi 6 000
km yarı çapında. Yerkabuğu ise 30-40 km kalınlığında. Bu kabuğun altındaki
kısım tamamen sıvı ateş halinde erimiş madenlerden, taşlardan oluşuyor
ve mağma tabakası olarak adlandırılıyor ve cehennemi bir sıcaklığa
sahip. En soğuk kısmı bin dereceden başlıyor. Bilindiği gibi Risale-i
Nur’da, yer küresinin içinin ilerde büyük cehennem ile birleşecek yada dönüşecek
olan küçük cehennem olduğu belirtilmektedir. Merkezdeki kısım ise çekirdek
olarak isimlendiriliyor. Yapısının önemli bir kısmının demir gibi ağır
metallerin olduğu tahmin ediliyor.
Daha iyi anlamak için bir modelleme yapacak olursak, yer küresini elma yada şeftaliye
benzeterek kabuk, çekirdek ve diğer kısımları ölçek olarak mukabil gelir.
Cenab-ı Hak, yerkabuğunu halk ederek milyarlarca canlının özellikle insanın
yaşayabileceği bir zemin haline getirip, yer küresini uzayın yada güneş
sisteminin bir meyvesi olarak yaratmıştır.
Küçücük bir meyvenin
dahi kabuğunu ihmal etmeyen ve onlarda binlerce hikmeti gözeten ve ilahi
sanatlarla donatan alemlerin Rabbi, elbette yerkabuğundaki ve mağma tabakasındaki
en küçük bir hareketi de sahipsiz bırakmaz ve hikmetsiz yaratmaz.
Yerkabuğu, diğer
tabakalara göre bir meyve kabuğu veya bir mektup kağıdı kadar
ince olmasına rağmen, milyarlarca bitkinin ve hayvanın vatanı, petrolden,
elmasa; demirden uranyum gibi radyo aktif maddelere kadar pek çok elementin
hazinesi olarak, Risale-i Nurdaki tabirle, her bir harfinde bir kitap kadar mana
olan ilahi bir mektup halinde yaratılmıştır.
Yer küresinin iç yapısı
nasıl biliniyor? Birinci olarak volkanlar ile çıkan lavlardan içinde neler
olduğu kısmen hesaplanıyor ve tahmin ediliyor. İkinci olarak
ultrasonlarla ve x-ışınlarının çözümlenmesiyle iç yapısı hakkında
bilgiler elde ediliyor. Fakat çekirdekteki yüksek basınç ve yüksek sıcaklık
ölçümlerde hatalara sebep olabiliyor. Ayrıca deprem bölgelerinden
merkezden 105 derece uzaklıktaki istasyonlarda da bazı titreşimlerden elde
edilen bilgiler analiz edilerek mağmanın ve çekirdeğin yapısı ve
hareketleri hakkında bilgiler elde edilebiliyor.
Yerkabuğu tek parça olmayıp,
mağma üzerinde emr-i ilahi ile yüzen ve salınan tabakalar halindedir.
Tabakalar arasındaki ek yerleri toprak ile kapanmıştır. Depremlerle zaman
zaman belirgin hale gelir ve “fay hattı” olarak tanımlanır. Zaman zaman
yeni fay hatları meydana gelebilir. Zaman zaman da binlerce derecelik sıcaklıktaki
mağmanın etkisiyle, beraber hareket edecek şekilde de birbirine
kaynayabilir.
Yer küresi güneşten veya
bir yıldızdan kopmuş bir parça olmakla birlikte soğuyarak kabuk bağlamıştır.
Mağma soğumasıyla sert kayalar halk edilmiştir. Cenab-ı Hak Bakara
suresinde “O rabbiniz ki, yeri size döşek, gökyüzünü bir kubbe
yaptı” demektedir. İşarat-ül İcaz'da açıklandığı gibi, arz ne taş
gibi sert ne de su gibi yumuşak yaratılmamıştır. Mesken ve ziraat için
tefriş edilmiştir. Sert kayalar Cenab-ı Hakkın isimlerinin tecellisiyle ve
haşyetiyle parçalanmış ve bir kısmı toprak haline gelmiştir.
“Size zemini güzel
serilmiş bir beşik; dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk,
hazineli kazık yaptık” demiştir. Yer korkunç bir sıcaklıktaki mağma üzerinde
ve uçsuz bucaksız uzay içerisinde tehlikeler arasında bir çocuğun beşiği
gibi emniyetli ve rahat olarak yaratılmıştır. Burada ilaveten mağma üzerindeki
beşik gibi salınmamızı da düşünebilirsiniz.
Yine Sözler'de izah edildiği
gibi, kazık tabiriyle de, dağların ve içerisindeki sert kayaların, tıpkı
bir gemi direği gibi, “toprak tabakalarının kararlı ve dengeli bir
şekilde hareketini sağladığı” kast edilmektedir. Gerçekten de eğer dağlar
bu şekilde yaratılmamış olsaydı, sürekli deprem ile sarsılan bir yer küresinde
yaşamaya çabalayacaktık. Burada ayrıca sarsıntılar için en emniyetli
yerlerin de dağlar olduğunu anlayabiliriz.
Deprem ile ilgili çalışmalar
Deprem ile ilgili ilk çalışmalar,
Basra civarında yaşayan Ebul Hasan Ali el-Mesudi isminde bir müslüman alim
tarafından yapılmıştır. Bu alim 957 yılında Kahire’de vefat etmiştir.
Bir çok ülkeyi gezmiş, kültürlerini, dillerini ve coğrafik yapılarını
incelemiş ve bu bilgileri bilinen 3 kitapta toplamıştır. Kitaplarında,
madenler, değerli taşlar, Basra bölgesi ve Kızıl deniz civarındaki batma
ve çökme şeklindeki yer hareketlerini ve depremleri incelemiştir.
Sismik araştırmalar şeklindeki
en büyük çalışmaları Japonlar ve ABD yapmaktadır. ABD’nin Sovyet nükleer
denemelerini takip etmek amacıyla okyanuslara ve denizlere yerleştirdiği
sismik cihazların deprem araştırmalarına katkısı büyük olmuştur.
Artık bugün pek çok ülkede
binlerce istasyon bu çalışmaları uydu imkanlarını da kullanarak yürütmektedir.
Tektonik plaka teorisi
Depremleri açıklamak için
çeşitli teoriler ve modeller geliştirilmektedir. Bu gün en çok kullanılan
teori de tektonik plaka teorisidir.
Bu Tektonik plaka teorisi
ilk okulda okuduğumuz Wegener kıtaların kayması teorisinin depreme
uyarlanmış yeni bir versiyonundan başka bir şey değildir. Ve çok
yenidir. 1970'lerin teorisidir. Açıklayamadığı pek çok husus vardır. Ayrıca
yukarda da belirtildiği gibi deprem hakkındaki pek çok husus gibi bunun da
teori olduğunu unutmamak gerekir.
Kur’an-ı Kerim'de
belirtildiği gibi “Yerde ve gökte ne varsa Allah'ı tesbih eder.” Onun için
de, kainattaki her varlık gibi, yerkabuğu ve mağma da sürekli hareket
etmektedir. Sürekli olarak alemlerin Rabbini zikretmektedir. Koca kıtalar
tıpkı canlı bir tırnağın büyümesi gibi sessiz, derinden ve yavaş
yavaş hareket etmektedir. İşte depremi açıklamakta en geçerli teori
olarak kabul edilen Tektonik plaka teorisi de bu harekete dayanır. Buna göre
yerkabuğu su üzerinde yüzen tahta plakalar gibidir. Bu kaymalar ve sıkışmalar
sırasında tıpkı bir yayın kurulması gibi enerji ve stres toplamaya başlar.
Öyle bir an gelir ki, Cenab-ı Hakkın celali isimleri tecelli etmeye başlar,
artık dev kayalar ve dev plakalar strese ve gerilime dayanamaz hale gelir. Kırılmalar,
parçalanmalar ve dolayısıyla büyük sarsıntılar başlar. Jeologların fay
dediği, Cenab-ı Hakkın, kudret kalemi ile çizdiği derin hatlar ve kırıklar
oluşur. Depremler sırasında plakaların birbirlerine temas ettikleri yerlerde
büyük sarsıntılar meydana gelir.
Bazen de Cenab-ı Hakkın
cemali isimleri tecelli etmeye başlar, fazla gerilen bir yayın bozulup, bırakıldığında
da esnekliğini kaybederek titremediği gibi depremler ertelenir. Yer kabuğu
yeniden enerji toplamaya başlar. Ta mukadder olan başka bir tarih veya başka
bir nesil gelinceye kadar.
Bu parçalar bazı bölgelerde
dikey olarak da hareket etmektedir. Bu gün hangi kıtanın yada hangi kara parçasının
nereye doğru ve hangi hızla gittiğini biliyoruz. Fakat depremlerin zamanı ve
yeri belirsiz. Neden bazı bölgeler birden hareketleniyor? Yine levha tektoniğinde
yerkabuğunun altındaki mağma da zaman zaman yukarıya doğru hareket
etmektedir. Bu hareket, mağma üzerindeki yerkabuğunu yukarı doğru
kaldırır. Deprem bu yükselen yerde değil buna bağlı olarak uzağında
bir bölgede meydana gelir. Risale-i Nurdaki zeminin omuz silkmesi tabirinden de
faydalanarak, bunu modelleyecek olursak, mağmanın yükselişini dev bir canlının
topraktan başını kaldırmasına benzetirsek, kırılmalar ve deprem omuz kısmının
olduğu yerde meydana gelir.
Mağmanın yükseldiği
yerler kısmen bilinmekle birlikte, omuzun neresi olacağı hiç bir zaman
bilinemiyor. Ayrıca zemin omzunu ne zaman silkeleyecek ve ateşi ne zaman yükselerek
sıtmaya tutulmuş gibi titreyecek? Bunlar hiç bir zaman bilinemiyor.
Depremlerle ilgili çalışmaların
hedefleri
Rasathanelerde ve araştırma
kurumlarındaki depremlerle ilgili çalışmaların hedefleri nelerdir? Birinci
hedef depremin zamanının tesbit edilmesi, ikincisi şiddetini ölçmek. Son
olarak da zararlarını asgariye indirmek. Depreme engel olmak aslında kurulan
hayallerden birisi. Ama şimdilik telaffuz bile edemiyor. Zamanını
tesbit etme hususunda şimdiye kadar hiç bir gelişme sağlanamadı.
Aslında çalışma alanı,
deney imkanı çok fazla olan bir hadise. Tüm dünyada irili ufaklı pek çok
deprem oluyor. İlim adamlarının üzerinde çalışma yapabileceği yaklaşık
olarak günde 35 adet dikkate değer deprem oluyor. Tabi biz sadece meşhurlarını
ve hasar verenleri duyuyoruz.
Bütün ilim adamlarının
tetikte olduğu artçı depremler dahi önceden tahmin edilemiyor.
Acaba hayvanlarla tespit
edilebilir mi? Özellikle bu hususta basın ve yayında çok haberler çıkıyor.
Hayvanların işitme duygusu ve bu gün henüz keşfedilemeyen bazı duygularının
çok hassas olduğu ve yerkabuğu hareketlerinden etkilendikleri
biliniyor. Ama bundan da yeterli sonuç alınamamıştır. Bu husustaki en büyük
çalışmalar Çin'de yapılmaktadır.
1975 yılında büyük bir
deprem bazı hayvanların garip davranışlarıyla tahmin edildiği ve evlerin
boşaltıldığı söyleniyor. Hemen sonra meydana gelen büyük bir
deprem ile şehir yerle bir olmuştur. Şehir boşaltılmamış olsaydı en az yüz
bin kişinin öleceği tahmin ediliyordu. Ancak ertesi yıl meydana gelen ve şiddeti
yaklaşık olarak aynı olan deprem hiç fark edilememiş ve dünyanın en büyük
felaketi olarak tarihe geçmiştir. Resmi kayıtlara göre 700 000 civarında
insan ölmüştür. Bu deprem ile de tüm hayaller suya düşmüştür. Bu
deprem, kapalı rejim dolayısıyla, önceki depremde açıklanmayan bazı
hususların olduğuna dair şüpheler uyandırmaktadır. Muhtemelen öncü bir
deprem ile halk evlerini boşaltmış da olabilir.
Burada yeri gelmişken
depremlerin kaça ayrıldığını ve çeşitlerini inceleyelim. Öncü deprem,
ana şok ve artçı depremler olarak üçe ayrılır. Richter ölçeğine göre
5,5 ve üzerindekilere ana şok deniyor. Buna göre 7,4 olan Marmara depremi ana
şoktur. Acaba öncü şok olur mu? En önemlisi öncü şok olduğu bilinebilir
mi? Maalesef hayır. İsmi sonradan konulur. Daha büyük bir deprem olduğunda
önceki depremin öncü şok olduğu anlaşılır.1995 yılındaki Dinar depremi
öncü şok veya öncü deprem için iyi bir örnektir. Ana şoktan yaklaşık
bir hafta önce 4,6 ölçeğinde bir deprem olmuş ve halk yaklaşık bir hafta
evlerine girmemişti.
Halk, rasathane görevlilerinin
ve yetkililerin tüm ısrarlarına rağmen evlerine girmedi. Daha sonra valinin
megafonla yaptığı ilandan sonra az sayıda insan evlerine girmişti. O akşam
ana şok geldi. Dinar yerle bir oldu. Evlerine girenlerden çok azı
kurtulabildi. Resmi kayıtlara göre 100, tahminen ise 300 civarında kişi
hayatını kaybetti.
Ana şoktan sonraki
depremlere ise artçı şok deniyor. Bunun için her ne kadar yukarda belirtildiği
gibi 5,5 sınırlaması getirilse de, ana şoktan sonra olması ve küçük
olması artçı demek için yeterlidir. Buna en iyi örnek 13 eylül günü
okulların açılmasına tevafuk eden depremdir.
Depremler genellikle yer yüzeyinden
10 ile 20 km derinlikte meydana geliyor. Son Gölcük depreminin merkezinin
yaklaşık olarak 14 km derinlikte olduğu tahmin ediliyor.
Depremler tıpkı deniz yüzeyindeki
dalgalar gibi yayılıyor. Çekilen fotoğraflarda ve filimlerde o koca toprak
tabakası tıpkı bir deniz dalgası gibi dalgalanıyor. Yalnızca dalgalar arasındaki
mesafe deniz dalgası kadar sık değil. Bu dalgalanma sırasında sağa-sola ve
aşağı yukarı gidip gelme hareketleri meydana geliyor. Ayrıca bütün bu
hareketlerin bir arada olduğu depremler de çoktur.
Depremler sırasında yer
altından gelen kuvvetli ve korkunç bir ses de duyulmaktadır. Her
depremde farklı sesler duyulduğu tahmin edilmektedir. Amerika Birleşik
Devletlerindeki bir depremdeki sesler kayda alınmış ve 800 saniyelik kayıt 9
saniyeye sıkıştırılarak internette yayınlanmıştır. Bu deprem sesi
incelendiğinde, hızı değişen kuvvetli bir rüzgar sesine benziyor ve
ara sıra da patlama yada çekiçleme sesine benzeyen darbeli gürültüler
duyuluyor.
Depremler ayrıca volkanların
püskürmesi anında da meydana geliyor. Bunlara volkanik depremler deniliyor.
Yer altındaki nükleer denemeler sırasında da bir sarsıntı meydana geliyor.
Sarsıntılar genel olarak sadece o bölgede hissediliyor ve Richter ölçeğine
göre 3,4 civarında olmaktadır. Nükleer denemelerle Marmara depremini
mukayese edecek olursak, Gölcük'ün altında yaklaşık olarak 10 bin adet
atom bombası patlatılırsa ancak böyle bir sarsıntı meydana gelebilir. Yer
üstündeki patlatılan atom bombalarının şiddeti tabi ki daha fazladır.
Richter ölçeği
Depremlerde en çok
duyduğumuz tabirlerden birisi de şüphesiz Richter ölçeğidir.
Depremin büyüklüğünü değil etkisini ifade eden bir ölçü şeklidir.
Prensipleri Dr. Richter tarafından konulduğu ve kullanılmaya başladığı
için bu isimle anılır. Logaritmik bir değerdir. Mesela 7 şiddetindeki
deprem 6 şiddetindeki depremden 10 kat fazladır. Serbest bıraktığı
enerji ise 32 kat fazladır. Buna göre 7,4 Richter ölçeğindeki Gölcük
depremi ile 5,9 ölçeğindeki Atina depremi arasındaki fark, 40 katına
yakındır. Neden 6'dan sonra 70 denilmiyor da logaritması alınarak küçültülüp
7 Richter ölçeğinde deniliyor? 6 şiddetindeki depremin 7 yada 8
Richter ölçeğinde olma ihtimali o kadar yüksek ve birbirine bu
rakamlar kadar yakın. Deprem bir tetikleme sonucunda yaratıldığı için, bir
tabancanın yada füzenin ateşlenmesi kadar başlangıç olarak basit ve sade.
Ama sonuçları çok farklı. Cenab-ı Hak açısından bir zerreyi kaldırması
ile yer küresini kaldırmasında nasıl bir fark yoksa, 6 şiddeti ile 9
şiddetindeki depremin halk edilmeleri arasında da bir fark yoktur.
Depreme karşı tedbirler
Zeminin sağlam olması
ve inşaatta kullanılan demir ve çimento gibi malzemelerin yeteri miktarda
kullanılması ve inşaat mühendisliğinin gereğinin yerine getirilmesi
gibi tedbirler akla gelen ilk tedbirlerdendir. Fakat İnşaat sanayiinde de o
kadar çok faktör vardır ki, bunlardan sadece birinin unutulması yada ihmali
de bir felakete sebep olabilir. İlerde anlatacağımız bazı depremler
incelendiğinde bunların da tek başına yeterli olmadığı görülecektir.
Bugün pek çok insan müteahhit
ve kullanılan malzeme kalitesine takılarak hakikati görmekte zorlanmaktadır.
Halbuki Cenab-ı Hak kader-i ezelisiyle yıkılacak olan evi, müteahhidi,
malzemeyi, araziyi ve o insanı o bölgeye sevk eden rızkını yada işini
beraber yaratmıştır.
Şu anda oturduğumuz evde
hangi malzeme unutuldu yada unutturuldu bilemiyoruz. Fakat bize düşen
kul olarak tedbir almak ve daha sonra da Cenab-ı Hakka tevekkül etmektir.
Yukarda da belirtildiği
gibi deprem ilmi henüz ciddi sonuçlar elde edemedi. Pek çok açıklamaları
teorilere dayanıyor ve ispat edilmemiştir. Sarsıntının dışında da yıkılma
sebepleri vardır. Yer tabakasının titreşimleri bazen mekanik özellikler
göstermektedir. Bunun için mekanik titreşimlerle ilgili ilimden de
faydalanmak gerekir.
Bazı binaların kendisi ve
zemin yapısı çok sağlam olduğu halde bazı titreşimlerle beklenmedik şekilde
yıkılmaktadır.
Bilindiği gibi askerler köprülerden
her zaman serbest adım yürüyerek geçerler. Bununla ilgili meşhur bir hadise
vardır. Bir köprüden uygun adım geçen az sayıda askerin adımlarının
meydana getirdiği titreşim, köprünün tabii frekansına ulaşarak çelik
konstrüksiyondan imal edilmiş koca köprüyü akordion gibi bükmüştür.
Halbuki bu köprü bir çok tankı ve askeri aracı taşıyacak kadar güçlü
inşa edilmişti.
Tüm makinalarda olduğu
gibi, inşaatlarda da her binanın her katın, ayrı ayrı tabii frekansları
vardır. Deprem anında çok değişik frekanslara sahip pek çok titreşimler
meydana gelir. Yerkabuğunda o binanın frekansa eşit bir titreşim üretilirse
o bina yada kat parçalanmaktan kurtulamaz.
Deprem bölgeleri
Bazıları depremlerin
sadece belirli bölgelerde olduğunu ileri sürerek nedenlerini sadece jeolojik
ve coğrafi yapıya bağlarlar. Bazı afetler sahil kenarlarında, sıcak suların
çok olduğu ve volkanik hareketlerin olduğu bölgelerde, yer altı sularına
sahip ovalarda ve fay hatlarında yoğunlaştığı ileri sürülmektedir.
Gerçekte jeolojik ve coğrafi
yapıyla sosyal ve siyasi hadiseler arasında ve dolaysıyla semavi afetler ve
ikazlar arasında bir bağlantı vardır.
Bir kısım sosyologlara göre
jeolojik ve coğrafi yapı sosyal olayları ve insanların davranışlarını
etkileyen önemli unsurlardandır. Aynı bölgelerde yaşayan insanlar
aradan asırlar geçse de, coğrafi şartlar gereği, bazen aynı davranışları
göstermektedirler. Bazan aynı şartlarda ve aynı araç ve imkanlarla
Cenab-ı Hak tarafından imtihana tabi tutulmaktadır.
Bediüzzaman hazretlerinin
de bu hususta önemli açıklamaları vardır. Limanların bulunduğu bölgeler
ticarete ve gelişmeye müsait yerlerdir. Ayrıca, sıcak bölgelerin insanlarının
soğuk bölgelerde yaşayanlara göre, ahlaki bakımdan, dejenerasyona daha müsait
olduğu izah edilmektedir.
Sözler adlı eserinde de
izah edildiği gibi, eski Mısır halkının ve Firavunlarının inançlarında,
sosyal ve siyasi davranışlarında çöl ortasında verimli bir vahaya vesile
olan Nil nehrinin önemli bir payı vardır. Mısır halkı, pek çok
topluluk gibi, ülkelerini eski çağlarda, dünyanın en zengin ve güçlü ülkesi
yapan bu nimetlerin hakiki sahibi olan Allah'ı tanıyarak iman etmek ve
O'na ibadet etmek yerine, zenginliklerinden şımarmışlar ve şirke düşmüşlerdir.
Diğer kavimlere ve fakir halklara zulmetmeye başlamışlardır.
Zemini gevşek olarak kabul
edilen bol miktarda yer altı sularına ve ovalara sahip olan eski
kavimler süratle zenginleşmişler ve etraflarındaki kavim ve kabileleri
kontrolleri altına almışlardır. Onları köle olarak kullanmışlar ve
eğlence ve sefahate yönelmişlerdir. Ad ve Semud kavimleri de tarih öncesinden
buna birer misaldir.
Yine volkanik hareketlerle
ısınan kaplıca sularına sahip bazı bölgeler de tarih boyunca insanlığın
cazibe merkezi olmuştur. Hamamları ve eğlence imkanları ile zaman zaman tüm
toplumun dikkatini çeken mekanlar olmuştur. Pamukkale gibi bazı yerlerde
depremlerle yerle bir olmuş eski Roma kalıntılarından ve hamamlarından, bir
zamanlar burada pek çok asilin yaşadığı ve eğlence merkezi olduğu
bilinmektedir.
Körfezler de, askeri güvenlik
yönünden en emniyetli yerler olduğu için güç ve cazibe merkezleri olmuştur.
Ayrıca limanları ve ulaşım imkanlarıyla da bütün dünyada gelir
seviyesi en yüksek bölgelerdir. Fakat yer kabuğu hareketlerindeki çökmelerle
meydana geldiği için depremlere de en müsait yerler olarak kabul
edilmektedir. Buna rağmen yine de cazibe merkezi olmaktan kurtulamamışlardır.
Neredeyse Tokyo'yu haritadan silen ve Yokohoma körfezindeki Japon
donanmasını büyük zarar veren 1923 depremi de meşhur depremlerdendir.
Yine yazlıklar ve sahiller
de, değişik bir hayat tarzıyla, eski Roma ve Yunan’dan sonra ilk defa bu asırda
cazibe merkezleri haline gelmiştir.
Depremlerin tarihi
Kayda geçmeyen yada
bilinmeyen pek çok deprem vardır. Yer küresi, İslâm öncesi ve İslâm
topluluklarının dışında da pek çok depremlerle ve semavi afetlerle karşılaşmıştır.
Bazı topluluklar bu semavi afetlerle haritadan silinerek helak olmuşlar,
bazıları da kısmi afetlere maruz kalarak ikaz edilmişlerdir.
Alemlere rahmet ve insanlığa
tesellici olarak gönderilen peygamberimiz Hz. Muhammed'in yer küresine
teşrifi ile büyük helaketler, çağımızdaki felaketler gibi ikazlara
dönüşmüştür. O bölgelerde yaşayan ehl-i imanın ve peygamberimizin
duası hürmetine, Ad ve Semud kavminin maruz kaldığı ve kendilerini tamamen
imha ederek tarih sahnesinden silen büyük helaketler olmayacaktır, inşaallah.
Büyük felaket Allah, Allah diyenin kalmadığı kıyamette meydana gelecektir.
Eski kavimlere yapılan
ikazlar ve maruz kaldıkları helaketler de biz Müslümanlar için birer ikazdır.
Cenab-ı Hak mümin
suresinde bize, yeryüzünü gezerek o kavimlerin başına gelen musibetlerden
ders almamızı emreder. Onun için, tarih öncesi bazı felaketleri ve
Japonya gibi başka dinlerdeki insanların yaşadığı ülkelerdeki depremleri
de bu maksatla inceleyeceğiz.
İnsanlıktan önce de
depremler ve jeolojik hareketler var mıydı? Ve hikmeti neydi?
Yer küresinin yaratılışıyla,
yerkabuğunda büyük jeolojik olaylar başlamıştır. Bunlar dağlarıyla,
denizleriyle, ırmaklarıyla ve yer altı zenginlikleriyle muazzam ve harika bir
zeminin insan gibi eşref-i mahlukat olan bir varlığa hazırlanması içindir.
Bu kısım insana bakan yönüdür.
Kainattaki her varlık gibi, mağma, yerkabuğu, dağlar ve içindeki bin bir
unsur ve element de, hareketi ve sükunu ile yer ve göğün rabbi olan
Allah'ı zikretmekte ve tesbih etmektedir.
Cenab-ı Hak her unsura
binlerce görev vermiştir. Bir vazifeyi yaparken binlerce hikmetli sonuçlar
ortaya çıkartır. Yer kabuğunun hareketleri de böyledir. Yukarda da anlatıldığı
gibi yerkabuğunun parçalı olması ile depremler yaratılmaktadır. Fakat yeryüzündeki
hayat da bu yerkabuğunun parçalı ve hareketli olmasına bağlıdır. Mars ve
Venüs gibi gezegenlerde gezegenin kabuğu tek parçadır. Deprem gibi olaylar görülmez.
Onun için o gezegenler canlıların yaşamasına müsait değildir. Gündüz
ve gece arasında canlıların yaşayamayacağı kadar sıcaklık farkları vardır.
Yer kürede depremlerle ve
volkanlarla gerek karalarda ve gerekse denizlerde oluşan gazlar, atmosfere yükselirler
ve güneş ışınlarını tutarak muhafaza ederler. Tıpkı sera gibi
yeryüzünün sıcaklığını gündüz ve gece arasında 5-15 derece farkla
muhafaza ederler. Diğer gezegenlerde bu fark 100-200 dereceye kadar çıkar.
Ayrıca Cenab-ı Hak,
yerkabuğunu hareket ettirerek, yer altı suları, madenler ve petrol gibi
binbir türlü rızkı gönderir, tazeler,değiştirir, yeniler, kısar yada
tamamen keser.
Tarih öncesi jeolojik
hareketlerin çağımız insanları ve sanayisi için en önemli sonucu, bazı
bitki ve hayvanların toprak altında kalarak yüksek basınç altında işleme
tabi tutulup, kömür ve petrol gibi nimetlerin yaratılması ve insanlığın
hizmetine sunulmasıdır.
Ayrıca tarih öncesinde,
semavi taşlar, volkanlar ve depremlerle nesilleri tükenen dinozorlar da önemli
ve günümüz literatüründe teşbihlere sebep olan hadiselerdir. Bilindiği
gibi, dinozorlar, cüsseleri büyük, beyinleri küçük ve bu haliyle tüm canlıların
rızıklarını silip süpüren yokluk ve kıtlıklara sebep olan dev canlılar
idi.
Bütün bunlara ilaveten,
semavi kitaplardan, Hz. Adem'den önce yer yüzünde cinlerin yaşadığını,
cinayetleri ve isyanları sebebi ile büyük afetlere ve helaketlere maruz
kalarak bazı taifelerinin yok edildiğini anlıyoruz.
İkinci
bölüm için tıklayınız
Önceki
Sayfa
http://mercek.tripod.com
|
|