Bilimsel düşünceye bir eleştiri

Cüneyt ÜLSEVER

BİLİMSEL düşünce 20. yüzyılda muazzam fonksiyonel sonuçlar elde ederken, ele aldığı sorunsalı tek boyutlu bir ilişki içinde çözmeye çalıştığı için; insanlık açısından ancak bütünsellik ile izah edilebilecek temel sorunsala cevap aramaz.

Tekil düşünce tarzı insanlığa yer ettiği için de 20. yüzyıl insanı hálá yalnızdır.
Nedir tek boyutlu düşünce sistematiğinin özü?

Kastettiğim eleştiri; 20. yüzyılda Karl Poper ve diğerleri ile bilimin tersyüz edilmesi işlemi değildir. Batı, 19. yüzyılın bilimi basite indirgeyen, teoriyi ispatlamak için ‘‘hipotezi doğrulama’’ kolaylığından çoktan sıyrılmıştır. Ancak, kastettiğim tek boyutluluk bu olmadığı halde bu ‘‘bilimsel metot’’ Türk elitinin hálá zihnine hákim olduğu için bundan da bahsetmek zorundayım.

Bilimsel metodolojinin en sığ köşesi; hipotezi (iddiayı) doğrulayan bir tek veya birçok gözlemin teoriyi (kesin yargıyı) ispat ettiği görüşüdür. Batı, bu zavallı yaklaşımı çoktan terk etmiştir, ama bizde hálá hákimdir. Tersine, bilimin zorluğu hipotezi kabul edecek değil, reddedecek tüm olası gözlemlerin denenmesi; bunların tümünün hipotezi reddetmesi halinde hipotezin ispat edilmesidir. Bu zor yaklaşım, ne yazık ki Türk insanına çok uzak!

Benim eleştirdiğim tek boyutluluk ise, bilimsel metodolojinin doğru kullanıldığı ortamlar için ve bilhassa bu ortamlarda geçerlidir.

Hipotez-gözlem/deney-teori sacayaklarına dayanan bilimsel metodoloji, elde ettiği sonuçları gözlem/deney boyutunda etki-tepki/sebep-sonuç (cause and effect) bağlamında elde etmektedir. Bir şeye etki yapan ‘‘şey’’, o diğer ‘‘şey’’ üzerinde beklenen tepkiyi yaratırsa o ‘‘şey’’ diğer ‘‘şeyin’’ üzerinde sebep-sonuç ilişkisini doğurmaktadır.

Bir gün evvel ele aldığımız örnekteki gibi, şayet su verdiğimiz bitkinin daha çabuk büyüdüğünü gözlem/deney ortamında tespit edersek suyun bitkilerin büyümesi üzerinde bir sebep-sonuç ilişkisi doğurduğunu kabulleniriz.

Bitkinin büyümesine katkıda bulunan diğer elemanları (güneş, toprak, hava vb.) sabitlediğimiz (ceteris peribus) anda da ne kadar suyun, büyümeye ne kadar katkıda bulunduğunu ölçer, bu bilimsel bulgudan fonksiyonel sonuçlar da çıkarabiliriz.

Bu sayede bir sürü ilacın içindeki kimyevi maddelerin sebep-sonuç ilişkisinden deneylerle emin olduktan sonra, o kimyevi maddeleri insanın tedavisinde başarıyla uygulayabiliyoruz. Ancak, o kimyevi maddenin içinde var olan ‘‘özelliğin’’ tedaviye nasıl hizmet ettiği, diğer tamamlayıcı koşulların neler olduğu, ‘‘özelliğin’’ o kimyevi maddenin içine nasıl girdiği bizi ilgilendirmiyor.

Bilimsel metodolojiye önayak olan tekil sebep-sonuç ilişkisi, bütünselliğin bir arada ve birbirinden kopmaz çok-matriksli sebep-sonuç ilişkisi ile ilgilenmiyor.

Bu tür düşünce sistematiği de insanın dünyaya anlam vermek için sorduğu üç temel soruya (bkz. pazartesi günkü yazım) bütünsellik atfetmeye kalkıştığında da üç çıkmaz sokak içinde sıkışıp kalıyor: a) Sebepler ‘‘şeyleri’’ (maddeleri) icat ediyor, b) Şeyler kendi kendilerine oluyorlar, c) Tabiat icat ediyor.

Bu üç yaklaşım da esasında hiçbir şeyi izah etmiyor! Zira, bilimsel metodoloji, sebeplerin veya şeylerin (maddelerin) veya tabiatın içindeki hangi formülün bu izafe edilen bütünlüğü yarattığı konusuna hiçbir cevap oluşturmuyor.

Bilimsel metodolojinin İslami (dini) eleştirisi için Bediüzzaman Said Nursi'nin, Risale-i Nur Külliyatı içindeki (Nesil Yayınları-1996) ‘‘Tabiat Risalesi’’ (ss. 677-687), ‘‘30. Söz’’ (ss. 241-253), ‘‘Yirminci Lema’’ (ss. 662-668) ‘‘Yirmi İkinci Mektup’’ (ss. 469-469) adlı yazıları, önyargılardan uzak kalmayı deneyecekler için çok ilginç noktalara parmak basıyor.

Önceki Sayfa

http://mercek.tripod.com