Tarihin perdesini aralarken...
M.Latif -Yeni Asya

Tarihî gerçekleri romandan ve romancıdan öğrenmeye kalkışmak, güvenilir bir metot değildir. Romancı—doğru veya yanlış—, işine gelen rivâyetlerden birini kaynak olarak alır ve romanında anlatacaklarını oradaki bilgilere bina eder.
Son günlerde romanından sıkça söz edilen Ahmet Altan da, aynen öyle yapmış. "İsyan Günlerinde Aşk" isimli romanında işlediği bilgilerin bir kısmı doğru olmakla beraber, bir kısmı ise, doğruluğu henüz ispatlanmayan birtakım rivâyetlere dayandırıldığı anlaşılıyor.
Meselâ, romanda üzerinde kısaca durulan Bediüzzaman Said Nursî'nin, "31 Mart Vak'ası"nda takındığı tavır ve oynadığı rol ile alâkalı bilgiler...
Başlarındaki subaylara isyan eden sekiz taburu tesirli nutuklarla itaate getiren Bediüzzaman, bu tarihî vak'ada bütünüyle yapıcı ve yatıştırıcı mânâda rol oynadığı halde, romanda kışkırtmaya âlet edilen softalarla mollalar güruhu içinde gösteriliyor.
Kaldı ki Bediüzzaman, maznunların, idam ilmiğiyle peşpeşe boğazlandığı Divân-ı Harb-i Örfî Mahkemesinden beraat ederek alnının akıyla çıkmıştır.
 Bu noktada, Said Nursî'ye ait öz, sağlıklı ve birinci elden güvenilir kaynaklara bakmak yerine, romanda, tümüyle yanlış ve belki de kasıtlı şekilde işlenen saptırma bilgilere itibar edildiği anlaşılıyor.
Meselâ, 246. sayfada şöyle deniyor: "Ortada dolaşanlar, medrese artığı birkaç softayla, Derviş Vahdetî denilen meczup, bir de beline bir hançer sokuşturmuş Said-i Kürdî var ki, o da ayrı bir âlem..."
Kitapta Said-i Kürdî (Nursî) isminin geçtiği diğer sayfalarda da, yine aynı prototip çiziliyor; o zâtın gerçek hüviyetinden ve de oynadığı rolden uzak şekilde...
* * *
Ahmet Altan'ın romancılık yönünü, konunun uzmanları olan profesyonel eleştirmenlere bırakıyoruz. Bizi ilgilendiren hususlar, mâzide yaşanan gerçekler ve tarihin düştüğü kayıtlardır.
Meseleye bu cepheden bakınca da, romanda dikkate değer önemli bir noktanın altının çizildiğini görüyoruz: Bugüne kadar resmî tarih kitaplarında okutturulan şeylerin çoğu, yalan ve yanlış bilgilerden ibarettir. 31 Mart Vak'ası, irticaî değil, gerçekte önceden planlanmış bir askerî ayaklanmadır.
Üstad Bediüzzaman da, böyle bir planın çok daha önceden hazırlanıp serildiğini, Münâzarât isimli eserinde açıkça beyan ediyor. Kimi dindar şahısların, papağan kuşu misâli "Şeriat isteriz!" diye bağırmaları yüzünden, hakikî maksadın ortada anlaşılmaz hale geldiğine de işaret eden Bediüzzaman, hadise ile ilgili ayrıca şu gözlem ve kanaatini belirtiyor: "Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman, yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism-i mukaddese (şeriat-ı Muhammedîye) tecâvüz ettiler. İşte, câ-yı ibret bir nokta-i siyah!.." (A.g.e., s. 83.)
* * *
Kimilerine göre "irtica ayaklanması" olarak tarihe geçen 31 Mart Vak'asının, aslında yukarıdan plânlanmış bir senaryo olduğuna ilişkin bir bilgiyi, Altan kardeşlerden Mehmet Altan, geçtiğimiz Cumartesi günkü köşesinde şöyle değerlendirdi:
"ODTÜ Tarih Bölümü Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Aykut Kansu, Neşe Düzel'e 31 Mart Vakasının 'bazı çapulcuların, aşırı dincilerin, mollaların, mürtecilerin ayaklanması' olmadığını, 1908'deki liberalleşme eğilimlerini hedefleyen 'daha ciddî ve yukarıdan planlanmış bir senaryo' olduğunu belirtiyor.
"Kansu, gerçekleri saptıran 'resmî tarih' anlayışının, tarihçilerin kendilerini 'devletin bakış açısını destekleyici uzmanlar olarak görmelerinden' kaynaklandığını belirtiyor. Yakın tarihimizle ilgili 'tüm gerçekleri' yazacak olan bir tarihçinin de, başına her türlü felâketin gelebileceğini söylemekten de kaçınmıyor.
"Yazılanlar hep 'galiplerin' tarihi, bir çeşit propagandası. Oysa, Cumhuriyet dönemi de dahil, bize inanılmaz yalanların söylendiğini hep biliyoruz." (Sabah, 16 Haziran 2001)
* * *
Bugünkü köşemizde Altan ailesinden başlayıp devam ettik, aynı ailenin bir başka ferdiyle bitirelim...
Oğlu Mehmet Altan ile aynı gün, aynı gazetede yazısı çıkan Çetin Altan'ın, garnitür nevinden köşesinde sıraladığı bilgiler, tam da evlere şenlik cinsten şeyler.
Osmanlının aleyhinde kullanılabilecek her türlü isnat ve iftiraya teşne olduğu görülen Çetin Altan, büyük oğlunun "inanılmaz yalanlar" dediği resmî tarih borazancılarının çaldığı düdüğe âdeta çanak tutarak döktürmüş.
Yazısında "Gerçekte bir anarşi tarihi olan Osmanlı tarihinde..." diyerek fikir izhârında bulunan Altan, bakınız, çok yakından tanıdığım öğretim üyesi bir şahsın ilmîlikten nasipsiz bir kitabı hakkında şunları söylüyor:
"Marmara Üniversitesi Atatürk-Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ekrem Uykucu'nun da, 'Osmanlı Padişahları Nasıl Öldüler, Nasıl Öldürüldüler?' adlı yeni bir kitabı yayınlandı...
"Yalanlar ve çarpıtmalarla üstü boyuna örtülmek istenmiş olan tarihimiz, yavaş yavaş gerçek yüzüyle ortaya çıkmakta..."
Uykucu Hocamızı çok iyi biliyor ve yakînen tanıyorum. Aynı fakültede okurken, bizim "Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi" dersimize gelirdi. Kendisiyle bazı konularda münâzarâ, münakaşamız oldu. Tam da "resmî tarih ağzıyla" konuşur. Kesinlikle "ilmî kifâyeti hâiz" bir tarih bilgesi değildir. Sahip olduğu bilgiler, tümüyle derleme-toplama cinsinden olup, ilmî ciddiyetten mahrûmdur.
Hatta, yukarıda ismini verdiğim ders kitabı dahil, kendi imzasıyla hazırlayıp bastırdığı diğer kitap ve ansiklopedilerdeki konuların (meselâ Sosyal Bilgiler Ansiklopedisi, ya da Mucitler Ansiklopedisi gibi) pekçoğu, öğrencilerine ödevler şeklinde dağıtıp taksim ettiği ilmî kırıntılardan, yahut bilgi yığınından ibarettir. O kitapların içinde, henüz talebe iken, benim de iyi not almak gayesiyle hazırlayıp sunduğum bilgi/ödev metinleri var. Şahit olduğum kadarıyla, öğrencilerden toplanan dokümanların büyük bir bölümü amatörce olup sağlıklı değildir.
Hocamızın şahsına saygım vardır. Ama, imza attığı kitaplarda yazılan, hele resmî söylemlerle yoğrulan kimi konuların doğruluğuna hiçbir surette inancım yok; haliyle, o bilgilere saygım da yoktur. Eğer icap ederse, kitaplarında yer alan bilgilerden belki yüzlercesinin yanlış ve düzmece olduğunu belgelerle ortaya koyabilirim. Bunu yaptığım takdirde, hocamın da kızmak, darılmak değil, bilâkis öğrencisiyle iftihar etmesi gerekir.
* * *
Ne kadar ilginç değil mi... Baba ile oğul Altanların, aynı gün, aynı gazetede çıkan makalelerinde birbirini tekzip edici mahiyette yazıları çıkıyor. Oğul, resmî tarih anlayışını yalanlayıp, altına gizlendikleri örtüyü yırtmaya çalışırken, baba Altan ise, bütün hayatı ve bütün kitapları ile resmî söylem çemberinde dolanıp duran kimi zevatın, gerçek tarih üzerindeki örtüyü kaldırma çabalarından söz ediyor.
Bence, baba ihtiyarladı; örtünün altındaki ile üstündekini tefrik edemez hale geldi. Vaktiyle siyaset yaptı, ideoloji sattı, edebiyat parçaladı, vesaire... Ama, eski sermaye ile geçinme vartasından kurtulamadığı için olacak, şu sıralar bir çeşit ufuk daralması marazı geçiriyor olabilir. Yoksa, Osmanlı tarihini bir "anarşî tarihi" şeklinde değerlendirip, resmî söylem bekçilerini de gerçek tarihçi olarak göremez, yazamazdı.
Babaya kalsaydı, vaziyet kötü, durum vahimdi. Neyse ki oğul Altanlar, özellikle ismi Mehmet olanı, "Altan âilesi"nin olumlu imajını koruyor, kurtarıyor yine de...


Önceki Sayfa

http://mercek.tripod.com